Kadın Erkek İlişkisi (3)
EVLİLİKLERDE MUTSUZLUĞUN SEBEBİNDE KADIN VE ERKEĞİN ROLÜ NE?
İlişkiler evliliğe kadar gidecek heyecan, istek ve mutlulukla başlamasına rağmen, zaman içinde ilişkilerde çıkmaza giriliyor. Evliliklerde Mutsuzluk da ki kadın ve erkeğin rolü nedir dersiniz?
Çiftler arasında oluşan sorunların en önemli nedenlerinden biri,maalesef eşlerin birbirlerine giderek daha fazla yabancılaşması . Bu, birlikte geçirilen zamanın eşlere keyif vermediği gibi işkence ye çevrilen sürece dönüşebiliyor. Bunun sonucunda eşlerin beraberlikleri; başlangıç da ödül gibi görünse de bu gitgide yerini kaybetmiş, yanlış karar almış duygusuna bırakıyor.
İlişkilerdeki değer farklılıkları;
Aslında ilişkileri zor hale getirenin kadın ya da erkek değildir, kadınla erkek arasındaki “ilişkinin değer farklılıkları” olduğunu söylenebilir. Mutsuz çiftlerin her fırsatta, karşılaştıkları en ufak sorunda birbirleri ile karşı karşıya kalırken, mutlu çiftlerin ise bir arada kalıp sorunlarına karşıdan bakabiliyorlar.Bu ise mutlu ve mutsuz çiftleri önemli ve ayırıcı bir özellik olarak görülüyor. Başka bir deyişle mutsuz çiftlerin sorunları çoğu kez sanki eşlerin birinden kaynaklanır gibi algılanıyor. Ayrıca sadece insan olmaktan kaynaklanan farklılıkların yanı sıra, kadın ve erkek olmaktan kaynaklanan farklılıkların bilincinde olmamak da beklentileri artırıyor. Bu durum, öfke ve üzüntü gibi duygulara yol açıyor.
Kadın erkek birbirinden farklıdır;
İlişkilerdeki farklılık, kadın ve erkeğin eşitliğe aykırı değildir. Erkek ve kadın birbirlerinden farklı olduklarını ilişkilerin başında aşkı çok yoğun yaşarken fark edemeyip, evlilik ya da uzun süreli ilişkilerde ise daha belirgin bir şekilde hissettiklerini gözlemleye biliriz. Bu farklılıkların baştan kabul edilmesi, ilişkinin daha uyumlu yaşanmasını sağlar.
Erkek ne ister?
”En çok takdir edilmeyi bekliyor”
Erkek, en çok kendisine ihtiyaç duyulmasını ve ailesi için gösterdiği çabanın takdir edilmesini bekliyor. Fazla sorgulanmayı sevmeyen erkek, çoğunlukla kendisine ihtiyaç duyulduğunda harekete geçiyor. Erkekler eşleriyle terapi seanslarına bile gitmek istemiyorlar. Bu noktada kadınlara, eşlerini tedavi oturumlarına getirememeleri halinde ikna için mantıklı nedenler aramak yerine, “Bu sorunu çözmek için sana ihtiyacım var” demeleri öneriliyor.
Kadın ne ister?
”En çok sevilmek istiyor”
Kadın en çok sevildiğini hissedip, sözlerinin dinlenip anlaşılmasını isterken, erkekler duygularını partnerlerinin beklediği sıklıkta dile getiremiyor. Kadın erkeğin kendisini dinlemesini ve yaşadığı zorlukları anlamayı beklese de, erkekler ya dinlemiyor ya da bir süre dinledikten sonra eşinin neden rahatsız olduğunu saptayıp kendilerinden emin bir biçimde “Bay Tamirci” şapkasını giyip soruna çözüm öneriyor. Kadın bu durumda hayal kırıklığına uğruyor; çünkü ana mesaj duyulmamış ve harika önerisi ciddiye alınmamış oluyor.
Kadınlar ilişkiyi nasıl çıkmaza sokar?
1-Başkalarının yanında eşlerini değersizleştirecek söylemlerde bulundukları;
2-Sık sık geçmişi gündeme getirdikleri;
3-Kendilerini sıklıkla tekrarladıkları;
4-Erkeklerin kendileriyle bir kadının kurduğu şekilde iletişim kurmalarını bekledikleri;
5-Erkeklerin “Kontrol ediyor “ ya da “Beni değiştirmeye çalışıyor” şeklinde düşünmelerini kolaylaştıracak davranışlar sergiledikleri;
6-Çok konuşmalarına rağmen bir türlü ana konuya gelemedikleri;
7-Karşı tarafı suçlamayı sevdikleri için, kadınlar ilişkiyi çıkmaza sokuyorlar.
Erkekler ilişkiyi neden çıkmaza sokar?
1-Eşlerine olan ilgilerini yeterince ifade edemedikleri;
2-Sevgilerini ya da duygularını yeterince gösteremedikleri;
3-Gerekli oranda iletişim kuramadıkları;
4-Eşlerinin söylediklerini duymadıkları ya da duymazdan geldikleri;
5-Empati yapıp anlamaya çalışmak yerine hemen çözüm önerisinde bulundukları;
6-Önemli günleri unuttukları;
7-Karşı tarafı suçladıkları için, erkekler ilişkiyi çıkmaza sokuyorlar.
Mutlu ailenin kuralları
1-Sorumluluk kavramının önemsendiği,
2-Haklar ile sorumluluklar arasında sağlıklı bir dengenin kurulduğu,
3-Sorun çıktığı zaman bunun evliliklerde beklenen bir durum olabileceğini baştan kabul eden,
4-Oluşan sorunlardan birbirlerini sorumlu tutup suçlamadan çözüm yolları bulmayı beceren,
5-Daha önce birlikte sorun çözmeyi başarmış,
6-İyimser ailelerden gelen bireyler daha sağlıklı ilişkiler kurabiliyorlar.
Bunlardan uzak durun
1-Şiddet
2-Tekrarlayan sadakatsizlik
3-Alkol-madde bağımlılığı
4-Aşırı kıskançlık
5-Eşinizi kendi istediği biçime uydurmaya çalışma hali
6-Eşi üzerinde belirgin güç oluşturarak onu kontrol etme isteği
7-Paylaşmaya açık olmayıp sadece almaya çalışma durumu
İyi bir ilişkinin olmazsa olmazları
1-İyi bir iletişim
2-Birlikte sorun çözme becerisi
3-Bir taraftan “biz” olmaya çalışırken diğer yandan “ben”lerin korunması
4-Sevdiklerini yapmaktan çok yaptıklarını sevmeyi öğrenme hali
5-Ortak hedef ve amaçlar oluşturma isteği
6-Güven duygusu verme
7-Tutarlı olma
8-Tahmin edilebilirliğin yanı sıra sürprizler de yapabilme
9-Hayallerini değil birlikte olduğu kişiyi sevip sayabilme
10-Rutinin içinde mutlu olabilmeyi becerebilme
Sevinç Karakaya
”BEN” Olmak İçin Çok Mu Geç?
”BEN” OLMAK İÇİN ÇOK MU GEÇ ?
Yaşantımızdaki her şey yolunda gibidir yada Yolunda gitmeyen şeylerin sadece biz farkındayızdır. İçimizdeki endişelerimiz, sonu gelmeyen arayışlarımız, neyi beklediğimizi bilmeden beklediklerimizin; sadece biz farkındayızdır.
Bir şeyler eksiktir, mutluluklar yarım kalmıştır. Bir yanımızda hayat bizi kendine sıkı sıkı bağlar gibi durur; Bir yanımızda boşluklar, korkular, manasızlıklar ve bunların yalnız biz farkındayızdır. Çevremizdeki herkes için, her şey yolunda gibidir. Herkes bir şeyler anlatmaya çalışır. Herkes bir şeyler bekler. Bize çizdikleri hayatı yaşamamızı isterler.
Peki size ait hayat hangisi ?
Kalabalığın içindeki yalnızlık mı…
Belki de tüm derdimiz anlaşılmaktır. Belki de başkalarının çizdiği hayatı değil, olmak istediğimiz kişiyi çizmek istiyoruzdur.
Hiç aynaya bakıp da, bu kim diye şaşırdığınız oldu mu? Aynada bambaşka siz gördünüz mü?
Bazen insanın kendisiyle yüzleşmesi gerekir. Tüm rolleri arkasında bırakıp ”BEN” ile yüzleşmelidir. Yıllardır susturduğu ”BEN’i” konuşturmalıdır. Yıllardır içinde çırpınan ve görmek istediği ”BEN” ile karşı karşıya kalmalıdır.Kendisi olarak yaşamayı öğrenmeli insan. Aradığı her şeyin içinde saklı olduğunu görmeli insan.
Belki bazen severek yaşadık, bize sunulan hayatı çoğu zamansa uzak kaldık, yabancı olduk önümüze sunulan hayata… İşte kendine ait olmayan hayat yaşadığını fark etmeli insan. Kendisiyle buluşmalı, kendinin ne istediğini görmeli, kendi yaşamının yönetmen koltuğuna oturmalı insan.
BEN OLMAK İÇİN ÇOK MU GEÇ? PEKİ…
‘‘BEN” olmak için hiç bir zaman geç değildir. ŞİMDİ SIRA SENDE !
Hiç bir şeyin arkasına sığınmadan, kaçmadan, korkmadan değişimi isteyerek sen olacaksın… Sana verilen başkalarının hayatının kopyasını değil, söylenenleri değil. Senin gerçekten ne olduğunun, ne istediğinin izini süreceksin. Senin içinde var olanla, gerçeklerle yüzleşme zamanı. Kendinle kucaklaşma zamanı…
Evet Kendimizle, içimizdeki ”BEN” ile mutlu olmak için asla geç değil. Sadece doğru bakmayı öğrenelim.
Sevgi dolu günler.
Sevinç Karakaya
Sorun Dolu Bir Kulak Mı? Huzur Dolu Bir Kafa Mı?
SORUN DOLU BİR KULAK MI? HUZUR DOLU BİR KAFA MI ?
SORUN DOLU BİR KULAK; Zaman zaman çoğumuz yaşadığımız olayların gerçek zamanlarından ayrılsak bile, sanki birisi kulağımızın içinde o sorunları bize tekrar tekrar hatırlatmaya devam eder. Bedenimiz sorunlardan uzaklaşır ama kulaklarımız halen, sorunlarla yaşamaya devam eder.
Gece yastığa başınızı koyarsınız ama kulaklarınızda ki sorunlar bir türlü uykuya dalmanıza müsaade etmez. Yatağınıza sorun dolu kulaklarla değil de, Huzur dolu bir kafayla girmek istemez misiniz? Eminim kim ”istemez olur muyum” diyorsunuzdur. İşin sırrına gelince…
Aslına bakarsanız işin sırrı hem çok zor, hem çok kolaydır. İşin sırrı kafanın değişmesinde yatıyor. Kişi bambaşka bir düşünce tarzını öğrenmeli ve düşüncelerini değiştirmelidir. Fakat düşüncelerini değiştirmek ciddi çaba gerektirir. Sonunda size huzur getireceği ise muhakkaktır.
Huzursuz yaşamak hiç kolay değildir. Gergin hayat zordur. Ahenkli ve stressiz olan huzurlu bir hayat en kolay yaşam biçimidir.İç huzuru kazanabilmek için; başlıca mücadele, rahatlamış bir tutumla, Allahın bize vermiş olduğu huzur hediyesini , kabul ederek ; Düşüncelerimizi olumsuzluklardan temizleyip, yeniden düşünce yapımızı inşa etmek için çaba göstermektir. Bunun herkes için farklı yöntemleri vardır. Her kişinin düşüncelerini boşaltacağı, huzura ulaşacağı kendi inanç değerlerine göre metotları vardır.
İstanbul da bir seminerim sırasında; Seminere çok az kalmıştı, Seminerin son hazırlığını yaparken, birisi dikkatimi çekti. Halinden sıkıntılı olduğu ve konuşma ihtiyacı olduğu belli oluyordu. Yanıma yaklaştı, kişisel problemi olduğunu ve bunu paylaşmak istediğini söyledi. Seminer başlamak üzere olduğu için o an konuşamadım ve beklemesini istedim. Seminer devam ederken, salondaki hal ve tavırlarından gergin ve stresli olduğu anlaşılıyordu. Ve daha fazla yerinde duramadı ki, salonu terk etti. Fakat çıkarken bir kart bırakmış üzerinde muhakkak arayın yazıyordu. Geç olmasına rağmen telefonunu çevirdiğimde, Karşımdaki kişi ;
”Konuşmak istedim, birlikte dua edelim istemiştim” dedi. ”Beraber Konuşup, dua edersek biraz huzur bulurum diye düşündüm’‘diye ekledi. Danışanlarım benimle konuşup kendi çözümlerini bulmak da onları desteklememi her zaman isterler fakat bu kişi kendi yöntemini bulmuş; o kafasını dua ederek boşaltıyor ama bunun için yanında onun elini tutacak bu haklı isteğine bir destek istiyordu. Başlamak için belki de ilk adıma ihtiyacı vardı. Devam edin dediğimde; ağlamalarla ve bir kaç doğru soru ile tamamen kafasındaki düşünceleri boşalttı. ”Bu deneyimi daima hatırlayacağım, aylardan sonra ilk defa içimi temiz, mutlu ve huzurlu hissediyorum” diyen sesi elbette bende unutmuyorum.
Bu kişi huzurlu bir akla sahip olabilmek için basit bir teknik uyguladı. Zihnini boşaltmış ve Allahın hediyesi olan huzura kavuştu. Bu teknik herkese göre değişir. Herkesin aklını bir yenileme yöntemi vardır. İç huzurun yöntemi zihni boşaltmayı bilmektir. Kimi için dua etmektir, kimi için meditasyon, kimi için mutlu olacağı bir ortam, kimi için bir dost, kimi içinde danışabileceği yargısız kendisini dinleyecek bir uzman; kişi bunu her ne şekilde yaparsa yapsın muhakkak düşüncelerini temizlemeyi, zihnini boşaltmayı öğrenmelidir.
HUZUR DOLU BİR KAFA; Olumsuzluklardan boşalttığımız aklımız, korkulardan, nefretlerden, güvensizliklerden, pişmanlıklardan ve suçluluklardan arınır. Kalbinizde sizi rahatsız eden bu düşünceleri birine açtığınız da, rahatladığınız hiç olmadı mı? İnsanların gerçekten güvenebilecekleri ve içlerine sıkıntı veren her şeyi , rahatlıkla anlatabilecekleri birine sahip olmanın, ne kadar önemli olduğunu sık sık gözlemliyorum. İster Dua, ister bunu anlatacağınız biri olsun yada başka teknikle diyelim ki, Bu aşamayı geçtiniz, Fakat;
”Zihni boşaltmak yeterlimidir ?”
Tabi ki zihni boşaltmak yeterli değil, Zihin boşaltıldığında boş kalan zihin yeniden dolmak ister. Uzun süre boş kalmayacaktır. Eski kovduğumuz, bizi mutsuz eden düşüncelerin zihnimize tekrar dolmaması içinde, Aklımızı sağlıklı, olumlu düşüncelerle doldurmalıyız ki, Eski düşünceler, endişeler, nefretler tekrar aklımıza gelmeye çalıştığında, Aklımızın kapısında ”DOLUDUR” yazsın.
Gün boyu ara ara seçilmiş bir dizi düşünceyi dile getirirsek, kendimizi huzurlu hissettiğimiz anları resmedip, gün içinde aklımızdan geçirmeye gayret edersek ve bilinç altının daha net dolması içinde bunu kendi sesimizle de sık sık tekrarlarsak; kafamız bizi huzura götürecek düşüncelerle dolar. Kelimelerin derin bir şifa gücü vardır. Bu gücü hayatımıza taşırsak;
” Kulaklarımız da ki sorunlar yerine, Kafamızdaki Huzurla başımızı yastığımıza koyarız.”
Sevinç Karakaya
Aradığın Enerji Çok Yakınında
ARADIĞIN ENERJİ ÇOK YAKININDA
Hayatı yaşamak için ne kadar enerjiniz var ?
Kimimiz bir çırpıda belki cevapladı, kimimiz bunu nasıl bilebilirim dedi, belki de bu soruya. Soruyu biraz kolaylaştıralım o zaman bana bir den beş’e kadar bir numara verin desem hayatı ne kadar enerjiyle yaşadığınızı söyleye bilir misiniz? Bunun için beş tam puan, bir ise acil durum diyelim … Genelde şaşırtıcıdır ki beş pek olmaz. Hatta cevap bir yada ikidir.
O zaman akla gelen sorular şu oluyor. Hayatı yaşamak için ihtiyacımız olan enerji nerede? Nerede kaybettik hayat enerjimizi? Bizi durduran neydi? Hangi yanlışımız enerjimizle bizi ayrı düşürdü? Neden bu kadar yorgun ve bitkiniz? Hatta bu günlerde çok gündemde olan; Neden kendimi üzerimizde çok yük varmış gibi tükenmiş hissediyoruz?
Peki enerjimizi bu kadar düşüren , bizi tüketecek noktaya getiren sebep ne? Bunun cevabını elbette biliyoruz. Bunu yapan kendimizden başkası değil, fakat bir insan bunu kendine niye yapar. İçimizde ki bir şey neden bizim hayat enerjimizi bizden alıyor.
Farkında olmamız gereken şey; Başarılı olmak için sahip olmamız gereken her şeye sahip olduğumuzdur. Belki farkında değiliz yada kendimizi geç kalmış zannede de biliriz fakat unutulmamalıdır ki, biz bizde olanı kaybetmemişizdir. Sadece içimizdeki yetenekler, kabiliyetler kullanılmayı unutulmuş belki de derin bir uykuya dalmışlardır. Bu Hayat enerjimizi geri alabiliriz.
” Eğer istediğiniz başarılı olmaksa, Hayat enerjimizin, sevincimizin ve hayatı yeniden keşfetme arzumuzun tüm performansına ihtiyacımız vardır.”
Yeter ki kendi farkındalığımızın farkına varalım. Durduralım dünyayı, ihtiyacımız olan sessizliktir. susmaya kendini dinlemeye , kendinin nasıl göründüğüne bakmalı insan. Gürültünün içince anlamayız; herkes bir şey söyler, en uzağından en yakınına. Susun diyebilmek , bana sessizliği verin demek gerekir. Kendi Farkındalığına ancak böyle varabilir ve tekrar kendi kaynaklarına dönüp içindeki uyuyan enerjisini ancak böyle bulabilir insan.
Her insan farklıdır, farklı bir dünyadır. Diyor ki Jostein Gaarder;
“Joker küçük bir delidir. Herkesten farklıdır o. Ne sinektir ne karo, ne kupa ne de maça. Sekiz veya dokuz, papaz veya bacak değildir. Her şeyin dışındadır, ötekilerle aynı yere ait değildir. ”
Biz Jokeriz, Herkesten farklıyız,her şeyin dışında; İnsan önce bunu farkına varmalı aradığı enerji kendi kaynaklarında unutulmamalı ki ” Her insan ayrı bir alemdir.” Başka hayatların kopyasında aramamalı enerjisini kendinde aramalı kaybettiği sandığı enerjisini…
ARADIĞIN ENERJİ ÇOK YAKININDA; ARADIĞIN ENERJİ ”SEN’de”
Sevinç Karakaya
Küçük Filler Büyüdü Artık… Başarabilirsiniz, Kırın Zincirlerinizi
KÜÇÜK FİLLER BÜYÜDÜ ARTIK
BAŞARABİLİRSİNİZ KIRIN ZİNCİRLERİNİZİ
Başarılı olmak için ihtiyacımız olanı biliriz aslında; Disiplinli çalışmak, iradeli olmak, yeni fikirler üretebilmek, önce kendimizi sonra çevremizi ikna etmek, girişimlerimizde cesur davranmak ve en önemlisi başaracağımıza inanmak yani kendimize güvenmek gerekir.
Diyebilirsiniz peki ben böyle değilsem. Kendi fikirlerime inanamıyorsam ve kendime yeterince güvenmiyorsam ne yapacağım?
Bu güne kadar başarılı olamadıysak, bir şeyleri yanlış yapıyoruz demektir ve muhakkak bir sebebi vardır. Fakat ya biz bunu göremiyoruzdur, yada yeterince yakından sebeplere bakamıyoruzdur. Eğer bu sebebi ve sebebin altında yatanı bulabilirsek; Başarının önündeki engellerde kendiliğinden kalkacaktır. Önce yanlışı düzeltip, sonra doğrularla yeniden inşa etmek lazım.
Hayvanat bahçesini ziyarete gittiyseniz. Orada koca koca fillerin incecik iplerle bağlı olduğunu görmüşsünüzdür. Bunların hikayesini bilir misiniz? Eski zamanlarda; Hindistanlılar filleri kendi işlerinde kullana bilmek için, daha yavruyken onları eğitirlermiş. Yavru fillerin kaçmamaları için bir kazığa zincirlerlermiş filleri, zincirin ipi ne kadar uzarsa ancak o kadar uzağa gidebilirlermiş. Yeterince güçlü olamadıkları için, zincirlerini kıramazlarmış. Ayaklarına bağlı zincir özgürlüklerini kısıtlarmış. Küçük filler böylece kaçmanın çok kolay olmadığını öğrenmişler.
Büyüdüklerinde ise zincirlerini kırmak onlar için çok kolay olsa da, yine de bunu yapamazlarmış. Çünkü kafalarına, zincirden kurtulamayacakları iyice kazınmıştır. Büyümüş olsalar da, zincirin kendilerinden daha güçlü olduğuna inanmışlardır. Bu inançları, fillerde o kadar güçlüymüş ki o kocaman fillerin kaçmamasına, artık incecik ip bile yeterli oluyormuş. Küçük fillerin edindiği tecrübe, onlara zincire karşı gelmenin faydası olmadığını öğretmiş. Aslında o küçük fil büyümüş ve şuan değil ipleri zincirleri bile kırabilecek durumdadır. Küçükken edindiği tecrübenin artık gerçekle ilgisi yoktur. Ayağındaki incecik ip sadece bir simge bir oyundur aslında, bu kadar güçlü hayvan için sadece bir hamledir o ip koparmak, tabi bunu bilebilseydi. Fakat bunun işe yaramayacağını öğrenmiş. Bunu başaramayacağına inanmış. İpini koparıp kaçmayı denemiyor bile.
”İpini koparamayacağına inancı o kadar güçlü ki, artık gerçeği göremiyor.”
Sizinde hayatınızda hiçbir zaman başaramam dediğiniz şeyler var mı? Sadece başaramayacağınıza inandığınız denemediğiniz bile şeyler var mı? Gerçekleşmesini çok isteseniz de, bilinç altınızda tıpkı küçük fil gibi, tecrübeleriniz var mı gerçekle ilgisi bile olmayan ? Bunlara engel olan sizin de eski inançlarınızın incecik ipleridir kim bilir. Bizimde göremediğimiz acaba küçük bir fil değil de, artık güçlü ve büyük olduğumuz mudur? Belki ipi biraz çeksek yapabildiklerimize biz bile şaşıracağız.
Başta da dediğimiz gibi bu güne kadar başaramadıysak, bu tamamen bizim başaramayacağımıza inanmamızdandır. Şöyle bir düşünün bizim ayağımıza kim bağladı, bu başaramayacağım inancını. Belki bizde küçük fil gibi gerçekleri görmeyi unuttuk. Belki de şu durumumuzdan daha fazlasını başaracak durumdayızdır. Fakat çocukluğumuzdan kalan kalıplar, inançlar bizi incecik ip ile bağlamaktadır. Başarmamızı, ilerlememizi engelleyen sebepler kafamızdaki başaramayacağımıza olan inanç kalıplarıdır. Bende yok diyorsanız; şu cümleler size de tanıdık geliyor mu? Yeterince güçlü değilim, kimse beni istemiyor, ne kadar çalışırsam çalışıyım yine kaybediyorum, hep yanlış insanlar beni buluyor…v.s hatırlar gibi oldunuz sanırım.
Düşünsenize acaba bu kalıplardan kurtulsaydık yani artık başarabilecek güçte olsaydık, neler neler yapmazdık değil mi? O incecik iple eski inançlarımıza bağlılığımız. o bağları koparmayı başarırsak düşündüğümüz her şeyi yapabiliriz. Her şey gerçekleri kabul etmemizle ilgilidir. Biz o ipi kalın ağır bir zincir zannediyor olabiliriz.
Belki de artık her şeyin mümkün olduğu yerdesindir, kim bilir? Belki de çoktan içinizde ki potansiyeli yaşabileceğimiz yere gelmişizdir kim bilir?
Fakat çocukluğumuzun yada gençliğimizin ağır zincirleri bizi bağlı tutmaktadır. Bizim cesaretimizi kırıp ileriye bir adım bile attırmıyordur, yerimiz de saydırıyordur. Başka kapı, başka ihtimal olacak diye aklımıza bile gelmiyordur. Tıpkı fillerinde iplerini koparmayı denemedikleri gibi…
Şimdi sıra sizde; Tüm sizi bağlayan zincirlerinizi bulun. Bu kimi zaman kabuğundan çıkma korkusu, kimi zaman sevilmeme korkusu, bazen başaramama korkusu yada her şeyi kaybetme korkusu olabilir. Bunlar her neyse keşfedin ve o zincirleri teker teker koparın..
KOPARALIM ZİNCİRLERİMİZİ Kİ İSTEDİĞİMİZ BİZ OLABİLELİM .
Sevgiyle kalın.
Sevinç Karakaya
”Kafa Sesi” Gibidir… Aynı Bedende İki İnsan…
”KAFA SESİ” GİBİDİR AYNI BEDENDE İKİ İNSAN
Geçenlerde duyduğum bir tabirden daha doğrusu stilden bahsetmek istiyorum bugün size. Bir kaç gün önce internette gezinirken bir türküye takıldım kaldım .”Sarı Gelin” türküsünü bir yarışma programında yarışmacılardan biri performans olarak sergiliyordu. Asıl takıldığım yer türküden ziyade söylediği stil oldu. Stilin adı ”kafa sesi ” ile seslendirme, sahnedeki yarışmacı bunu hem erkek hem de bayan sesiyle canlandırdı. Koltukları sahneye dönük jüri bile tereddüt etti , acaba iki kişi mi var diye. Evet bir beden de iki ayrı ses..
Aynı bedende yaşayan iki farklı ruh hali gibi… sizde şu soruyu sordunuz mu? kendinize.
İki farklı insanı aynı bedende yaşattınız mı? Hiç.
Bir tanesi içinizde ortaya çıkartmadığınız , belki çok sevdiğiniz ve olmak istediğiniz siz,Bir tanesi de ortada olduğunuz her gün ona bürünüp dolaştığınız, fakat günden günede uzaklaştığınız siz. Sanki iki ayrı bedende iki ayrı insan. Tıpkı Kafa sesi gibi aynı bedende iki sesin açığa çıkması gibi…
Fakat buradaki fark aynı beden de iki ses çıkarken , Aynı bedende yaşattığımız iki ayrı insandan sadece bir tanesi oda, olmak istediğimiz değil olmamızı istenilenin ortaya çıkması. ”Kafa sesi” diyaframın sabit tutulup sadece ses tellerinin göğüs kafesi yardımı ile titreştirilmesiyle elde ediliyor.Yani oldukça zahmet isteyen bir dışa çıkış şekli . Kişinin bunun için sesini epey bir terbiye etmesi gerekiyor.
Peki içimizdeki ”BİZ” ortaya çıkması içinde sizce bir zahmet gerekiyor mudur?
İnsanın bunun için; O içindeki ”BEN’e” ulaşması için de biraz zahmete ihtiyacı olabilir. Kendini yeniden programlamaya , İstediği kişiye dönüşene kadar kendine taahhütler verip bunları uygulamaya. Evet kabul ediyorum bu Kafa sesini kontrol etmekten çok daha zor bir süreç, ama sonucunda sizi gerçekten istediğiniz siz yapacak süreç. Ve bu süreç yani bu değişim; sancılıdır. Değişimin sonucu iyidir, fakat her değişim muhakkak acı verir.
İnsan bu değişime ne zaman karar verir biliyor musunuz?
İçinde bulunduğunuz durum da ruhunuzun çektiği acı, değişimin verdiği acıdan daha fazla olduğuna inandığınız zaman olur.
Korkularımız, sıkılmışlıklarımız, arayışlarımız, hırslarımız, endişelerimiz , peşinden koştuğumuz mutluluk , yılların göz açıp kapamak kadar hızlı geçişinin verdiği panik bizi bu değişim noktasına getirir.
Panik olmayın yalnız değilsiniz. Milyonlarca insan sizin durumunuzda.Önce herkes kendisiyle savaşıyor. Kendisiyle kavga içinde.Denebilir ki içimiz dışımızdan çok daha karmaşık. Her birimizin işte o içindeki savaş; yaşadığı dünyasını şuan ki haline getirdi. Roller, zihin, öz, hepsi birbirine karıştı. Şimdi bunları toparlama zamanı.
Şimdiye kadar bunu toparlamak için neler yaptın ? Belki sana mutluğun püf noktasını anlatan bir kitap okumayı denedin , Belki bir film izledin mutluğu anlatan, Belki kendine farklı vaatleri üzerine yapıştırmış bir çok kişiyle mutluğa ulaşmaya çalıştın. Her seferinde aklın karıştı. Ama doğruyu kabul etmekte buldun. Evet mutsuzluklarının, korkularının, hırslarının ve talihsizliklerinin sorumlusu ”SEN”olduğunu anladın. Belki bunu her seferinde duvara toslayarak anladın . Ama ANLADIN.
Bu yazıyı okuduğuna göre; doğru yerdesin… Çünkü sen mükemmelsin …Her mükemmel insan gibi hayatında bir sorun yaşadığının farkında ve belki de onlara çözüm olmak istiyorsun . Çözümse doğru yöntemlerle ortaya çıkacak
” SEN ‘de ”…
Sevinç Karakaya
Kadın Erkek İlişkisi (1)
DALGALI KADINLAR, GERİ ÇEKİLEN ERKEKLER
Dalgaları bilirsiniz bir alçalır bir yükselir. Kadınlardaki ruh hali de dalgalara benzer. Sevildiğini eğer hissederse ruh hali dalgalar gibi yükselir. Kendini gerçekten iyi hissederse dalgaların en zirve noktasını yaşarlar. Bazen ruh hani aniden değişir, dalgalar dibe doğru vurabilir. Fakat panik yapmaya gerek yoktur.Tamamen dibe vurduğunda kadının ruh hali; yine değişecek ve kendini iyi hissetmeye başlayacaktır. Ve bu durum da yani kadının dalgası yükselmeye başladığında partnerine verecek bol bol sevgisi vardır.Kadın dibe doğru düşerken kendi içinde ki boşluğu hissedip sevgiyle doldurulmasını ister. Kadın bu dibe vuruşlarda duygusal bir temizlik yapar. Kadın herhangi bir olumsuz duyguyu bastırmışsa yada dalganın yükseldiği zamanlarda, daha sevecen olabilmek için özveride bulunmuşsa, işte bu dalganın dibe vuruş esnasında olumsuz veya tatmin olunamamış duygular yeniden su yüzüne çıkar,kadın bunu çok yoğun bir şekilde hisseder.Bu durumda kadın sorunlarından bahsetmek ister, sesini duyurmak, anlaşılmak ister.İhtiyacı olan budur.
İşte ilişkilerdeki fark tamda burada başlar yani erkekle kadının birbirini anlaması zorlaşır beklentiler farklılaşır.Kadın sadece dinlenilmek isterken, erkek onun sorunlarına çözümler bulmaya çalışabilir yada hiç bir mana veremeye bilir.
Kadın bu inişlerde dipsiz bir kuyuda gibi kendini hisseder.Karanlık ve karmakarışık duyguların içindedir. Çok çabuk değişen belirsiz duygular yaşar kadın. Kendini yapayanlız hissedip ve hiç bir şekilde desteklenmediğini düşünebilir. Fakat dibe yani kuyunun en karanlık noktasına ulaştığında sevildiğini ve desteklendiğini hissederse, otomatik olarak ruh hali düzelir. Düştüğü gibi ani olarak yükselecektir.Kadın yine ilişkide sevgiyle ışımaya başlayacaktır.
Kadın kendisini iyi bulmadığında, yani iyi hissetmediğinde eşine de karşıda hoşgörülü ve olumlu olamaz. Dalganın dibe vuruşunda kadın; bezgin yada duygusal açıdan tepkili olmaya eğilimlidir.Zayıftır ve daha fazla sevgiye ihtiyacı vardır. İster ki eşi onu anlayabilsin . Hatta tek sorunu sadece anlaşılmaktır.
Erkek kadını sever ve kadın bu sevgiyle parlamaya başlar. Çoğu erkek belki bu parıltının sonsuza kadar dek süreceğini bekler. Fakat kadının sevecenliğinin sürekli olmasını beklemek güneşin sürekli parlayacağını ve hiç gece olmayacağını beklemek gibidir. Hayat geçişlerle ve değişimler ile doludur gece ve gündüz, sıcak ve soğuk, yaz ve kış, yağmurlu ve güneşli.İşte aynen böyle erkek ve kadın ilişkileri de benzer geçişler ve değişimler yaşayabilirler.
Erkekler fazla yaklaşıldığında kendilerini çekerler, kadınlarda kendilerinin ve başkalarını sevme güçlerinde iniş çıkışlar yaşarlar.
Kadın bu düşüşleri yaşarken erkek bir sorun olduğunun farkındadır ve bunu düzeltme girişimindedir. Ona üzülmesi için bir sebep olmadığını açıklamaya çalışır. Asıl yanlış belki de burada başlar, yapması gereken düzeltmek değildir.Bu işleri tamamen çıkmaza sokabilir .Kadın daha fazla anlaşılmadığını düşünebilir, dolayısıyla da daha çok üzülebilir. Erkek düzelttiğini zannetse de aslında kadının kendini daha kötü hissetmesine neden oluyordur. Kadın bu karanlık kuyusunda dibe doğru düşerken , Erkek şunu bilmelidir; kadının ona en ihtiyacı olduğu an,kuyunun dibine vurduğu andır. Kadın erkeğinin sorumlarını çözmesini yada düzeltmesini değil ; Sadece ve sadece erkeğinin onu koşulsuz sevgiyle desteklemesini ister.
Erkekler kadınların ruh halini anlamak da zorluk çekerler . NEDEN DİBE DOĞRU VURUYOR BU BENİM HATAM MI ? diye söylenebilirler. Onlar şunun farkında değillerdir kadının doğasında bu vardır . Kadının; Erkeğinin isteği gibi yine ilişkilerde parıldayan sevgi dağıtması için muhakkak dibe vurması gerekir.Gerekir ki tekrar dipten yükselişe geçebilsin.Kadının dibe vurduğunda en son şey,birinin ona neden moralinin bozuk olmaması gerektiğini söylemesidir.Kadının ihtiyacı yanında olacak, onu dinleyecek ve anlayış gösterecek biridir. Erkek kadının neden böyle hissettiğini anlamasa da sevgi ilgi ve desteğini sunabilir.
Kadının dibe doğru inerken ilk belirti bezginliktir bunun yanında kendine güveni gider, öfkelidir, kaygılıdır,bitkin,umutsuz,talep dolu, güvensiz,kontrolcü ve eleştireldir..Ve erkeğine kuyunun dibine doğru vurduğunu ve onun sevgisine ihtiyaç duyduğuna anlatmak için ;
Kadının ağzından artık şu tarz cümleler sıkça çıkmaktadır.
”Yapacak o kadar çok şey varki”,”Daha fazlasına ihtiyacım var”,”Her iş bana bakıyor”, ”Ama ya ……”,”Anlamadığım şu neden?”,”Artık elimden hiç bir şey gelmiyor”,” Ne yapacağımı bilemiyorum”, ”Hiç aldırmam ne istiyorsan yap”, ” Şunu yapmalısın:.. ”, ” Hayır istemem…”, Ne demek istiyorsun?”, Eee,…… yaptınmı?”,” Nasıl unutabilirsin ki”
Erkek ise şu cümleleri sıkça tekrarlamaya başlar;
”Bunları daha kaç kez yaşamak zorundayım”, ”Tüm bunları daha öncede duydum”, ”Bunu hallettiğimizi sanıyordum”, ” Bunu ne zaman üstünden atacaksın”, ” Yine bunlarla uğraşmak istemiyorum”, ” Bu delilik ! Yine aynı şeyleri tartışıyoruz”, ”Neden bu kadar çok sorunun var ?”
Evet. Cümleler tanıdık geldi mi? Peki bu hal nasıl geçer? Aslında çok basit.
Erkek sabırlı olur ve kadın da bu zamanlarda desteklendiğini hissederse; Kadın ilişkiye
güvenmeye başlar .Yaşamındaki yada ilişkilerindeki mücadelelerden korkmadan kuyusundan çıkmaya başlar. Sevgi dolu bir ilişkinin özelliği budur. Kuyusunda olan bir kadına yardımcı olabilmek, onun çok takdir edeceği özel bir armağandır. Yavaş yavaş geçmişinin etkilerinden kurtulmaya başlayacaktır. Hala iyi ve kötü zamanları olsa da, bunları eskisi kadar aşırı yoğun yaşamayacaktır, onun sevecenliğini gölgelemeyecektir.
Daha anlayışlı ve anlaşılabilir ilişkiler dileğiyle…
Sevinç Karakaya
Kendine İnanmalısın…
KENDİNE İNANMALISIN…
Kendi kaynaklarına inanmalı insan. Kendi gücüne biraz mütevazi olmalı ama aynı zamanda güvenmeli de kendine, aksi taktirde hayatta başarılı yada mutlu olmayı bekleyemez. Ama kendine gerçekten inanırsa başaramayacağı hiç bir şey yoktur insanın. Kendine inanma; Kendini kanıtlamayı sağlar, başarıyı getirir, içinizdeki gücü açığa çıkarmanıza yardımcı olur.
Kendime güven duygusunu nasıl kazanabilirim? Diyorsanız.
Kendinize olan inancınızı kaybettiyseniz, kendimize inancınızı yeniden inşa edebilirsiniz. Bunun için yapılacak adımlar var. Öncelikle üzerinizdeki acizlik hissinin nedenini anlamaya çalışmanız lazım.
İlk adım Olarak vereceğim yöntemleri uygulayabilirsiniz.
Bu yöntemleri dikkatle uygularsanız,ne kadar güçlü olursa olsun,acizlik duygusunun kaybolup yerine kendine güven duygusunu kazandığınızı göreceksiniz. Bu yöntemleri uygularken içinizde acizlik duygusundan kurtulma inancının bulunması çok önemlidir. Bu inanç yoksa yöntemleri uygulamanız o kadar faydalı olmayabilir.Diğer bir önemli nokta da,her gün kendine güvenen bir insan olma fikrini kendi kendinize tekrar etmenizdir. Günlük yaşamdaki bir sürü işiniz arasında kendinize güvenme fikrini bilincinizde devamlı canlı tutmanız gerekir. Diyebilirim ki kendine güven duygusunu kazanmak için vereceğim yöntemleri tekrarlamanız işe yarayacaktır.
Kendine İnanmalısın… En önemlisi kendine güven duygusunu niçin kaybetmiş olduğunuzu bulup çıkartmak. İçince bulunduğumuz acizlik halinin birçok nedenleri vardır, bunları bulmak için üzerinde belli bir vakit ve sıkı bir analiz yapmak gerektirir. Duygusal olarak bizi rahatsız eden içinde bulunduğumuz duruma tıpkı fiziksel problemleri çözen bir doktor edasıyla yaklaşmalıyız.
”Norman Vincent Peale” Kendine güven duygusunu kazanmanız için uymanız gereken yöntemlerini sizlerle paylaşmak istiyorum
REÇETEMİZ İŞTE GELİYOR…
1. Başarılı olduğunuzu simgeleyen bir resmi zihninize iyice kazıyın. Bu resmi zihninizden hiç çıkarmayın. Solup rengini kaybetmesine izin vermeyin. Başarısız olmayı asla düşünmeyin.
2. Kendinize güven duygunuzu zedeleyen olumsuz düşünceler gelince onları aklınızdan kovun ve hemen olumlu düşünceler üretin.
3. Hayallerinizin önüne engeller çıkarmayın. her engelin ne olduğunu iyice belirleyin . Onları en aza indirmeye çalışın.
4. Diğer insanlardan etkilenmeyin, onları taklit etmeyin. Hiç kimse sizin kadar kendiniz olamaz.
5. Yanlış ve kendine güvensiz hareketlerinizin nedenlerini anlamanızda yardımcı olacak bir uzmana danışın. Çoğunun kökü çocukluğa dayanan aşağılık duygusu ile kendinizden şüphelenme duygusunun kaynağını bulun. Kendinizi tanırsanız, bu yanlış duyguları tedavi etmeniz kolaylaşır.
6. Yeteneklerinizi gerçekçi bir şekilde belirleyin, sonra bunu yüzde on artırın. Benim yeteneğim budur deyin. Bencil olmayın, fakat kendinize saygı duyun. Kendinizdeki güçlerin farkına varın ve onlara güvenin.
Tabi ki bu durum birden bire düzelmez. Kısa konuşmalarla, anlık çözümlerle başarılamayacağı hatırlanmalı ve bu inancı tekrar oluşturmanın, takip edilmesi gereken bir süreç olduğu unutulmamalıdır.
Sevinç Karakaya
Kadınlar Güçlerini Eline Almalı…Parçaları Toplama Zamanı
KADINLAR GÜÇLERİNİ ELİNE ALMALI?
PARÇALARI TOPLAMA ZAMANI
Okuduğum bir makaleden bahsetmek istiyorum size bugün; Konu İlişkiler Yazar Seda Diker Her Ayrıldığım Erkekte Bir Parçam Kaldı diye atmış başlığı evet özellikle bayanlar ama birilerinde parçası kaldığını düşünen beyler de; gelin beraber bakalım kimlerde hangi parçalarımız kaldı ve neden kaldı …
-Aşk acısı çekiyorum.?
-”Neden? Biraz anlatmak ister misiniz?” diye soruyor yazar
-Evet. Hayatımda son 6 aydır bir adam vardı. Çok aşıktım. İşte bu adamla evlenebilirim diyordum. Ama ne yazık ki beni terk etti. Artık onsuz nefes bile alamadığımı keşfettim. Lütfen bana yardım edin. Onu unutamıyorum.?
-”Bu ilişkide seni bu kadar etkileyen ne ?”diye soruyor tekrar yazar. Danışan sesini alçaltarak cevap veriyor.
-Ben bu adamda dişiliğimi, kadınlığımı keşfettim. 37 yaşıma kadar erkekler beni beğense bile bir türlü bunu gerçek bir ilişkiye dönüştüremiyordum. İlk kez bu adam benimle ilgilendi. Beğendi. İnanın ki ben bir kadın olduğumu bilmiyordum. Kendimi onunla keşfettim.?
Biliyor musunuz? Pek çok kadın ruhunun bir parçasını, ilişki kurduğu erkekte bırakıyor ayrılırken. O yüzden de, fiziksel olarak görüşmeyi bitirse bile hiç birini aklından tam olarak silemiyor. Oturup kalkıyor, cep telefonuna mesaj atıp atmadığını, arayıp aramadığını, kendisinden sonra hangi kadınlarla birlikte olduğunu düşünüyor.
Çünkü aslında o erkekte bir parçası kaldı. Yarım kalan bir şey vardı… İşte o yarım kalan şey, pek çoğumuz için farklı bir anlam taşıyor. Öfke, kıskançlık, değersizlik, Saygı duyulmamak gibi duygular yada aşk sevilmek ,güven, mutluluk doyum gibi duyguların birdenbire yarıda kesilmesi manyetik alanlarımızı öyle etkiliyor ki pozitif parçalarımız erkeğin yaşam alanına kayıyor ve negatif olanlar bizde toplanıyor.Bu ilişkilere nasıl yansıyor dersiniz . Kimi kadın bir erkekle beraberken dişiliğini keşfediyor.
İlişki bittiğinde, dişiliğini o adamla birlikte kaybettiğini düşünüyor. Oysa bu kocaman bir yalan.
Ayrılık acısı çekenler… Artık dişiliğiniz size aittir. Alın o parçanızı, sahip olduğunuzu bilin ve cesaretle yürüyüp gidin.
Her şeyini kaybettiğini düşünenler; aşkı arıyor ve hayatına giren erkeğe ?Bana gerçek aşkı o tattırdı? diyerek tutunmaya çalışıyor. Çünkü ayrılırsa, ruhunun bir parçası o adamda kalacakmış gibi hissediyor. Oysa tek yapması gereken: ?
”Ben aşık olunacak bir kadınım”
Bundan sonra benim hayatıma ancak karşılıklı aşk yaşayabileceğim erkekler girebilir? diyerek yürüyüp gitmelidir.
Yaşadığımız her ilişki, bize ayna tutmak, kendimizi keşfetmek içindir. Ayrılık zamanı gelip çattığında bilin ki artık o kişiden alıp vereceğiniz bir şey kalmamıştır. Bazı kadınlar her ilişkide kendilerinden bir parçayı bırakıp giderler. O erkekten sonra artık asla aşkı bulamayacağını, ya da kadınlığının kimse tarafından beğenilmeyeceğini düşünürler. Bunlar takıntı ve kimlik bölünmesi, yaratır. Olması gereken ise; her ilişkide kendine ait bir parça bulup onu alıp ardına bakmadan yürümesini bilmektir.
şimdi kendimize dönelim tekrar ve şunu soralım :
”Ben nasıl? her ilişkide kendine ait bir parça bulup onu alıp ardına bakmadan yürümesini öğreneceğim?”
Biten bir ilişkide öfke, utanç, pişmanlıklarımız varsa yada halen özlem duyuyorsak bir şeyleri tam anlamıyla bitirmemişiz demektir.Derinlerdeki belki kaybetmişlik yada değersizlik korkularının gel-gitlerini yaşarız. Belki bir yandan bize geri dönsün diye beklerken, diğer yandan gittiğini ve bize artık geri dönmeyeceğini düşünürüz. Aynı zamanda kendimizi ondan çok daha üstün yukarıda hissederken birde bakarsınız hiç olduğunuzu ve yok olduğunuzu fark edersiniz. işte bu korkular olumlu duygulardan daha kuvvetlidir.ve çok yorar yaşam enerjimizi bizden alıp götürür.
Bununla başa çıkmayı öğrenmek çok haklısınız şarttır; Bunun için önce kendi değerimizin farkına varmayı hayattan gerçekten ne istediğimiz ve bizim biz oluğumuz için kıymetli olduğumuzu çok iyi anlamamız lazım.
Ve artık bunlar bizim hayatımızda bir sorun olmasaydı yani biri parçamızı almasaydı giderken yada biz buna izin vermemeyi öğrenseydik hayatımız nasıl olurdu ona bakmak lazım .Ve gerçekten nasıl biri olmayı istiyorsak o kişiye dönüşüp, o nasıl davranıyorsa hayatımızı olmak istediğimiz kişiye göre tekrar şekillendirmeliyiz.
Bu gerçekten zor bir süreç fakat doğru yolda ilerlersek gereken destek sürecinde yardım alıp bunlara kulak verirsek, bu sürecin sonu hayatımızda mucizeler yaratacak kadar da sıra dışı olacaktır.
Şunu unutmamak lazım ;Kadınlar güçlerini ellerine aldıklarında, toplumumuza sağlıklı ve akıllı erkekler yetiştirecekler. Sevgilerimle
Sevinç Karakaya
Sen Kimsin?
SEN KİMSİN?
Çoğumuz galiba bu çok mühim soru için pek kafa yormuyoruz. Belki de hayatta bu kendimize en çok sormamız gereken sorudur ne dersiniz?
Kim olduğunuzu bilmiyorsanız; yaşamdan gerçekten neler beklediğinizi, hayatta neler arzuladığınızı ve bunların gerçekleşmesi sizin için ne ifade eder , nereden bileceksin? Acaba gerçekten hayattan bekledikleriniz, arzuladıklarınız, sizin seçimleriniz mi yoksa başkalarının seçimlerini mi yaşıyorsunuz, nereden bileceksiniz ?
Kendimizi tanıdığımızda ancak, kendi yolumuzu bulabiliriz, aksi taktirde, başkalarının bize çizdiği yolda ilerleriz. O zaman içimizde uyuyan, kendi kaynaklarımızın farkına varıp, kullanılmayı bekleyen yeteneklerimizi ortaya çıkarabiliriz.
Sen gerçekten kim olduğunu biliyorsan; Başkalarını senin üzerinde kim olduğuna dair olan etiketleri önemini yitirecektir.Aslında bu hep olmaktadır, şöyle bir düşünün etrafımızda ne çok insan var bize kim olduğumuzu anlatan yada bizim kim olduğumuzu bildiğini zanneden .
işin en garip yanı ise kim olduğumuza dair en ufak fikrimiz dahi olmadığında, gerçekten başkalarına inanmaya başlarız.Hem de bizim hakkımda söylenenlerin doğru olup olmadığına dönüm
”BEN KİMİM”
diye kendimize bakmadan.Çünkü gerçekten kim olduğunu bilmiyorsan başkalarına inanmaya başlarsın…
Hep böyle olmadı mı hayatımızın bir döneminde başka insanların doğrularını kabul etmeye başlayıp kendimizi zamanla tamamen unuttuk.Aslında şaşılacak şey değil mi insanın kendi kim olduğunu bulmakta biraz zahmetten kaçıp, başka insanların yollarını ve yol ayrımlarını izlemesi.Sonrada o yollarda tükenene kadar, yürüyüp yürüyüp yürümesi…Nefesiniz kesilir ,memnuniyetsizliğiniz artar ve artık o yolda ne kadar güç harcarsanız harcayın daha fazlası gerekir.Varış noktasına ulaşmak istersiniz; Fakat oda ne SADECE GİTTİKÇE KENDİNİZDEN UZAKLAŞIRSINIZ. Ve bir an gelir başlangıçta kim olduğunuzu bile hatırlamazsınız.
Ne dersiniz ; Belki sizin de hayatınız şimdiye kadar böyle geçmiştir.Belki sizde kendinizden vazgeçene kadar hayatla savaşmış, zahmet çekmiş hatta ve hatta dişinizi tırnağınıza takıp çalışmışsınızdır ama hiç bir şey, hiçbir zaman yeterli olmamıştır.Belki sizde kendinizi öylesine yorgun ve tükenmiş hissetmişsinizdir. Belki de kullanıldığınızı düşünmüş, yaptıklarınızın anlamsız olduğunu farketmişsinizdir.
Sizde bugün eskisine göre daha mı az gülüyorsunuz? Hayal kırıklığı yaşıyor da olabilirsiniz. Ve bunu özellikle hayatın şimdiye kadar sizi mutlu edecek şekilde gitmediğini farkettiğiniz de oluryor değil mi?
Asıl hayat yolumuzdan kim olduğumuzu unuttuğumuzda uzaklaşmışızdır.Yolumuzu kaybetmişizdir. Kendimizi kaybolmuş hem mesleki hem özel hayatımızda yersiz yurtsuz hissederiz.
Fakat bu yersiz yurtsuz olduğumuz anlamına gelmez sığınacağımız her zaman bir yurt vardır.Sizce neresidir dersiniz ?
ARADIĞIMIZ YURDUMUZ DAİMA KENDİ İÇİMİZDEDİR.
Gelin kendi iç kaynaklarımızla tekrar bağlantıya geçelim .Ve kendimizi , ne istediğimiz ve istediğim ben nasıl olabilir sorularına
”SEN KİMSİN?”
sorusuyla başlayalım …
Kendimizle sevgi dolu günler dilerim …
Sevinç Karakaya
Devamı
Hayat Bir Duygular Çemberi
HAYAT BİR DUYGULAR ÇEMBERİ
Duygularımızla çağlamak yerine niye sünger olmayı seçeriz ki ? Olumsuzlukları emip, onları en gizli yerlerimizde saklamayı neden tercih ederiz ki ?
Duygular çok önemlidir; Duygular ruhun gözleridir.Bazen renkli ve parlaktır.Bazen flu veya siyah beyazdır. Kimi zaman film şeridi gibi geçer gözünün önünden kimi zaman bir resim olur takılır aklının bir yerine.Bakmışsın çığlık olurlar kulaklarını tırmalarlar, bakmışsın sessiz ve derin bir köşede otururlar yada bazen cıvıl cıvıl kulağına melodiler söylerler.Aslında çok daha içeridedir duygular bazen gerçekten anlarsınız bazen sadece düşünürsünüz. Fakat onu hatırlatan her yerde muhakkak görürsünüz.
Ünlü ressam William Homan Hunt’ın tablosunda olduğu gibi;
19.yy büyük ressamlarından William Homan Hunt’ın bir bahçeden eve girişini anlatan ”Evrenin ışığı” adlı tablosu şöyledir. Ayakları çıplak filozof görünüşlü bir adam resimde bulunmaktadır.Adam bir elini kapalı kapının kanadına dayamış, diğer elinin parmağıyla da sanki içeriden bir yanıt bekliyormuş gibi kapıya vuruyordur.Fakat resim de ilgi çeken yan ; Adamın vurduğu kapının dışarıdan hiç açılmayacak gibi ne tokmağı ne kilit yeri vardır .Bakılınca ilginç ama içine girince adam sıradan bir kapıya vurmuyordur. Bu kapı ”insanın duygusal kalbini simgeler, Sadece içeriden açılabilir o yüzden dışarıda kol olması doğasına aykırıdır” der William Homan Hunt.
Çok çarpıcı değil mi?Duygunun bir resimle ifade edildiği çok çarpıcı bir örnek.Sadece içeriden açılan insanın derinliklerinde açılan bir duygu bu.Unutulmaması gerekir ki duygular sandığımızdan daha derindir. Derinliktir. Karmaşıktır. Kendisi de bir duygu olan hassaslık gibi hassastır.Kontrolü zordur kontrolsüzlüğü çok daha zordur…
Gayet derinlerimizdedir. İçtenlik ve güdünün en güçlü kaynağı olarak çalışır, içimizdeki enerjinin en güçlü kaynağıdır DUYGULAR .
Aslında sadece saf tek bir duygudan da bahsedemeyiz.İnsanlar gerçekten kendini oluşturan, kişiliğini meydana getiren temel duyguları ve onları mekanlara, insanlara, olaylara göre değiştirdikleri yan duygular karışımıyla hareket ederler.Bazen olumlu, bazen olumsuz olurlar. Nasıl olursa olsunlar tümünün varlığı muhakkak gereklidir. En olumsuzları dahi bir bakmışsınız sizin için çok ciddi bir savunma mekanizması oluşturup, bir can yeleği halini alıverir. Duyguları anlamaya çalışmak, onları mümkün olduğunca analiz etmek,İnsanların duygularla ilişkisini çalışması gerekir
İNSANI VE İNSANIN KENDİSİNİ ANLAMAKTA ÇOK ÖNEMLİ BİR KISTASTIR.
Kişilere gündelik hayatlarında mutlaka duygular eşlik eder. Duygular eğitilebilir. Yaratıcı düşünceyi ateşler. Kalpten gelir. Sizin en derinlerinizde tam içinize bir rehber olurlar. Sezgisel bilgeliğinizin kaynağıdırlar.Güvenilir ilişkiler oluşturmakta baş roldedirler. Kişiliğimizin oluşumunda en önemli faktördür duygular. Ve aynı parmak izi gibidir her insanda farklılaşırlar, insanların onları yorumlama biçimi değişir.
Aslında şunu diyebiliriz gerek günlük hayatımızda, gerekse ruhsal hayatımızda hem karşımızdaki kişilerin hem de kendi içimizdeki duygularımızı anlamak bizim ilişkilerimizde,iletişimlerimizde doğru etkiyi bırakmak ve doğru anlamak için çok önemli bir kaynaktır…
Duygularımızı daha iyi anlayıp etkili bir iletişim ve daha sağlıklı ilişkiler dilerim…
Sevinç Karakaya
Devamı
İnsan ve Lotus Çiçeği
İNSAN VE LOTUS ÇİÇEĞİ
Bir çoğunuz Lotus çiçeği ile insanı birleştiren özellik nedir diye düşüne bilirsiniz; Gelin Lotus çiçeğine bunun için daha yakından bakalım.
Lotus çiçeği; Işık ve oksijenin olmadığı bir bitkinin asla yetişemeyeceği düşünülen bir ortamda bataklığın içinde filizlenir. Düşünün su, hava, ışık bu üç elementle de ölümüne mücadele eder. Yaşamak için, Hayatta kalabilmek için. Tek amacı Yaşaya bilmesi için gerekli olan ışığa ve oksijene kavuşmaktır.O suyun dibinde zifiri karanlık da kendiliğinden köklenir; Işığın son demetiyle olgunlaşır. Ve amacına ulaşır o koyu katran sudan başını çıkararak havayla buluşur.Suyun yüzeyinde artık büyümesi sonlanmıştır. Bundan sonra dikenli tomurcuklar doğurmaya başlar Bu tomurcukların bir kaç saat gibi kısa sürede yeterli su ve besinle boyları bir metreye çapları üç metreye ulaşan dev yapraklara dönüşür. Fotosentez yapabilmek, yani yine yaşayabilmeleri için .
Lotus çiçeği nazik görünümlüdür. Onlar “gerçek nazik çiçekler” olarak ifade edilir. Aynı zamanda çok sağlam karakterli bir çiçektir. Bu büyük yapraklarında insanları bile üstünde taşıyacak kadar güçlüdür. Lotus çiçekleri çamur içinde büyümelerine rağmen saf ve kirlenmeden açar. Her zamanda temiz kalırlar. Çünkü bitki yapraklarına gelen en küçük toz zerresini bile orada tutmaz. Bu pisliklerin kendine zarar vereceğini bilir. Silkinir ve onlardan kurtulur.Hemen ardından yaprağına düşen Yağmur damlalarını, tozları süpürmek için kullanır. Lotus çiçeği; birçok kültürde güneşi, doğumu ve aydınlanmayı temsil ettiğine inanılır.
SİZ HALEN DİYORSUNUZ Kİ İNSANLA ALAKASI NE? NEDEN İNSAN VE LOTUS ÇİÇEĞİ ?
Lotus Çiçeği İnsan oğlunun durmak bilmeyen ”MÜCADELESİ” ile özdeşleştirilir. O yaşama devamlılığının, yaşama kararlılığının sembolüdür.Her türlü zorluğa rağmen yine yeniden ayakta kalabileceğinin ifadesidir.Ayrıca mücadele ne kadar çetin olursa olsun temiz olarak ayakta kalmanın bir yolu olduğunu gösterir.
Lotus çiçeğinin ortasındaki ” berrak öz ” Değerli olan İNSAN DOĞASINA benzetilir. Lotus tohumları bir insanın iç dünyası kadar derin ve sınırsızdır.
Lotus çiçeği bütünüyle bir karakterdir.İnsanın karakterini sembolize eder. Yaşamaya henüz başlamış küçük bir tohum , ne o suyun bir bitiş noktası olduğundan, ne güneşten, ne oksijenden, ne de ışıktan haberdardır. SADECE YAŞAMASI GEREKTİĞİNİ BİLİR. Bilmesi gerekende sadece budur. Bu içindeki güçtür. O güç, Lotus çiçeğini tüm yaşam süreci boyunca ayakta tutacak karakterdir.
TIPKI HAYATI BOYUNCA İNSANI AYAKTA TUTACAK İÇİNDEKİ KARAKTER, YANİ GÜÇ GİBİDİR.
İNSAN; Her şeyden habersiz dünyaya gelir yaşamaya yeni başlamış bir birey olarak ne dünyanın sonundan , ne güneşten ,ne oksijenden , nede ışıktan haberi vardır. BİLDİĞİ TEK GERÇEK YAŞAMASI GEREKTİĞİDİR.Ve bilmesi gerekende sadece budur.Buda onun içine yerleştirilmiş GÜÇ’ tür.
GÜÇ; Yani karakter. Hayat sürecinde insanı ayakta tutan güç.
EVET LOTUS ÇİÇEĞİ VE İNSAN NE KADARDA BENZER DEĞİL Mİ;
Ama alınacak ”EN BÜYÜK DERS ” sanırım Bu zorlu hayat sürecin de ayakta durabilmek ve yaşama devam etmek için; içince ki gücün farkına varmak .
GELİN KENDİ KAYNAKLARINIZIN FARKINA VARIN … İHTİYACINIZ OLAN GÜÇ BELKİDE BU GÜNE KADAR HİÇ BAKMADIĞINIZ YERDE TAM MERKEZİNİZ DE YANİ SİZDE …
İçinizdeki gücün farkına varmanız dileğiyle …
Sevinç Karakaya
İlişkileri Öğrenmek
İLİŞKİLERİ ÖĞRENMEK
Sevdiğim bir hikaye var…
Eski zamanların dondurucu bir kışından bütün hayvanlar çok etkilenmiş, büyük kayıplar vermişler.
Ama en çok kayıp veren kirpilermiş. Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri yokmuş, kendilerini sıcak tutması zor olan dikenleri varmış.Bu durumdan en az zararla kurtulmak için kirpiler meclisi toplanmış, çözüm aramaya başlamış.Tartışa tartışa, nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına, birbirlerine yakın durarak geceyi geçirmelerine karar verilmiş. İlk deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler. Ama başka bir problem çıkmış ortaya.Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından yaralanmalar gerçekleşmiş.Daha sonraki gece yaralanma korkusundan birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu seferde donmalar meydana gelmiş. Ne var ki, her gece kâh uzaklaşa kâh yakınlaşa, deneye yanıla , soğuk havadan korunacak kadar yakın , bir birlerini incitmeyecek kadar da uzak olan , mesafeyi bulmayı öğrenmişler.
Bu hikaye insanlar arasında ki ilişkilere ne kadar benziyor değil mi ?
Bizde daha doğarken başlarız çevremizle ilişki kurmaya… Büyüdükçe seçimler yapmayı öğreniriz. Hangisi doğru, hangisi yanlış derken uzun dikenlerimizi saklamayı, bu dikenlerle kimseye zarar vermeden yaşamayı,kimi zaman bu dikenlerle kendimizi nasıl muhafaza edip koruyacağımızı yada dikenlerimiz ile kendimizi nasıl kabul ettireceğimizi öğreniriz .
Bazen de başkalarının dikenlerine karşı tedbirler alırız. Birisi dikenleri üzerimize salarsa bununla nasıl başa çıkacağımızı, sevdiklerinin dikenlerine katlanmanın bir erdem olduğunu, yaralayan dikenlerin acısını her duyduğunda mesafe koymayı ve en zoru hayatta her zaman dikenler olduğunu öğreniriz.
İşte çevremizde gerek aile gerek dost, arkadaş, gerekse iş ortamımızda insan doğası gereği iletişim ve bir ilişki içinde olmak zorundadır. Bazen bir küçük çocuğun ateşe ellediğinde yanacağını ateşten uzak durması gerektiğini anladığı gibi bizde insani ilişkilerimizde ateşe dokunur gibi yaşayarak mesafe koymayı, tedbirli davranmayı kime nasıl bir tavır almamız gerektiğini öğreniriz. Fakat hayatımızın her anında özel ve iş yaşamımızda her şeyi deneyerek öğrenmemiz hem çok güç hem de bu deneme yanılma kimi zaman başımıza değişik sorunlar açabilir. ne çevremizin öğrenmemize tahammül edecek sabrı nede bizim öğrenirken bundan kırılıp zarar görmeyecek gücümüz vardır.
O yüzden bizim çevremizdekilerle ilişkilerimizdeki iletişim eksiklerini çözmede en doğru ve en kalıcı yolu bulmada yardıma ihtiyacımız olabilir.
Günümüzde artık her kişinin sıkça duyduğu İLİŞKİ KOÇU tamda buna çareler aramaktadır. Kişinin Hem kendiyle olan ilişkisine dışarıdan bakmasına yardımcı olup kendisini tekrar tanımasını sağlar. Hem de kişinin gerek özel gerekse iş hayatında daha sağlıklı ,daha mutlu, daha başarılı ve uyumlu ilişkiler sürmesini sağlar.
Günümüzde hızla yaşanan İLİŞKİ TÜKETİMİNİN hatalarla harcanacak lüksü yoktur, bu sebeple deneme yanılma yöntemlerinden ziyade doğru ilişkiler ve iletişim için İLİŞKİ KOÇU en iyi adrestir.
Birbirini incitmeyecek kadar uzak, hayatın soğuk zamanlarında üşümeyecek kadar da yakın olmayı , hepimizin öğrenmesi dileğiyle…
Sevinç Karakaya
Kendine İyi Bak …
KENDİNE İYİ BAK…
Dilime takıldı yine şu mısralar Candan Erçetin ne güzelde seslendirmiş…
Kendine iyi bak deme denmez saçma ,
Kendime bakarım elbet sen hiç korkma ,
Kendine kalıyor insan eninde sonunda .
Kendimize en iyi bakacak kendimizken başkalarına teslim ediyoruz hayatımızı; Bizim adımıza kararlar almalarına, bizim adımıza hayaller kurmalarına, bizim adımıza hedefler belirleyip olmamız gereken yeri başkalarının seçmesine izin veriyoruz. Sonra ne oluyor kendine kalıyor insan ;olmak istemediği halde olduğu kendiyle, seçmek istemediği halde seçtiği hayatla.
Şöyle bir düşünün ne kadar çok kişi ya doğrudan bizim için karar veriyor yada biz kendimize iyi bakmayı unutup, onlara iyi bakıcağız diye, birilerinin mutluluğu için, kendi mutluluğumuzdan, kendi yapmak istediklerimizden, kendi olmak istediğimiz; huzuru ,dinginliği, başarıyı bize getirecek BİZ ‘den yine biz kendimizi unutup vazgeçiyoruz.
Bunun ne zaman farkına varıyoruz dersiniz ?
Hayat mücadelemiz sürerken ,her şey üstümüze gelip hayat bize kötü anıları tekrar tekrar bir kısır döngü gibi yaşatırken; birden ” Hayır her şey bu kadar zor olmamalı, peki bunu zorlaştıran ne?” sorusu takılıyor aklımıza… Sahi neydi hayatı bu kadar zor yapan?
İnsan kendi seçimlerinin peşinden giderse , kendi gerçekten olmak istediği kişiyi kendi seçerse; Hangi güç ona engel olabilir ki… Hangi mücadele onu yorabilir ki… Hangi engel onu yıldırabilir ki… o zaman sorun tam da burda mı dersiniz .
Evet hayatta kendi seçimlerimizi kendimiz yapıyorsak, hayat bize zor gelmez ve hiç bir zamanda kendi seçimlerimiz için geç kalmış değiliz. Yeter ki yaşadığımız kısır döngünün farkına varalım ve o döngüden çıkmaya karar verip bir adım atalım . Ve tekrar en başa dönüp ”KENDİNE İYİ BAK ” diyelim. Şu hayatın pişmanlıklar için kısa olduğunu hatırlayıp; Kendi olmak istediğimiz kişiyi seçelim. Ve şunu sık sık tekrarlayalım.
”KENDİME İYİ BAKARIM ELBET ”
ÇÜNKÜ İNSAN KENDİNE EN İYİ KENDİ SEÇİMİNİ KENDİ YAPMAKLA BAKABİLİR.
PEKİ SİZ KİM OLMAK İSTİYORSUNUZ ?
Sevinç Karakaya
Devamı