
Boşanma Sonrası Flörte Ne Zaman Hazır Oluruz? Yeniden Başarısız Olursam Hissi Nasıl Yönetilir?
Yazar : admin9 Şubat 2025 Aile ve Evlilik Danışmanlığı, Boşanma Koçluğu, Genel, Makalelerimiz0 Yorum
Boşanma sonrası flörte hazır olma süreci, kişiden kişiye değişen, oldukça bireysel bir deneyimdir. Bu süreçte kendinizi duygusal olarak toparlamanız ve bir sonraki ilişkiye daha sağlıklı bir şekilde başlamanız önemlidir. İşte bu konuyla ilgili bazı rehberlik noktaları:
1. Flörte Ne Zaman Hazırız?
Hazır olduğunuzu anlamanın bazı işaretleri şunlardır:
- Geçmiş ilişkiyle barıştınız: Eski eşinizle olan ilişkinizin analizini yapıp, biten evliliğin nedenlerini anlamış ve bunları kabul etmişseniz.
- Duygusal yüklerinizi azalttınız: Hala yoğun bir öfke, suçluluk ya da üzüntü hissetmiyorsanız ve bu duygular artık hayatınızı domine etmiyorsa.
- Kendi kimliğinizi yeniden keşfettiniz: Boşanma sonrası kim olduğunuzu, neler istediğinizi ve hayattan beklentilerinizi netleştirdiyseniz.
- Yalnız olmaktan korkmuyorsunuz: Yeni bir ilişkiye yalnızlık korkusuyla değil, gerçekten bir bağ kurmak istediğiniz için giriyorsanız.
Zamanlama konusunda kendinize baskı yapmamaya çalışın. Dışardan gelen “artık flört etmelisin” baskılarını görmezden gelin; bu tamamen sizin hızınızda ilerlemeli.
2. “Yeniden Başarısız Olursam” Hissini Yönetmek
Boşanma sonrası yeni bir ilişkiye başlamak, doğal olarak korkular ve şüphelerle dolu olabilir. Bu hisleri yönetmek için şu stratejilere odaklanabilirsiniz:
Korkularınızı Kabul Edin
- Yeniden başarısız olma korkusu normaldir; önemli olan bu korkunun sizi yönetmesine izin vermemektir. Bu duygularla başa çıkmanın bir parçası, kendinizi anlamak ve bu hisleri doğal bir süreç olarak kabul etmektir.
Küçük Adımlarla Başlayın
- Yeni ilişkilere aceleyle girmek yerine yavaş yavaş bağ kurmayı tercih edin. Bu, hem karşınızdaki kişiyi hem de kendi duygularınızı tanımanız için zaman kazandırır.
Öğrendiklerinizi Hatırlayın
- Boşanma sürecinde yaşadıklarınızı ve öğrendiklerinizi dikkate alın. Eski hatalardan ders çıkararak yeni ilişkilerde daha sağlıklı bir iletişim kurabilirsiniz.
Gerçekçi Beklentiler Belirleyin
- Kimse mükemmel değildir; yeni ilişkinizde de anlaşmazlıklar olabilir. Ancak önemli olan bu problemleri nasıl yönettiğinizdir.
Kendi Kendinize Güvenin
- Tek başınıza da mutlu olabileceğinizi, kendinize yetebileceğinizi hatırlayın. Bu, yeni bir ilişkiye daha özgüvenli bir şekilde başlamanıza yardımcı olur.
3. Profesyonel Destek Almayı Düşünün
Boşanma sonrası yeniden flört etmeye hazırlanmak için bir terapist ya da yaşam koçuyla çalışmak çok faydalı olabilir. Özellikle yoğun korkular, travmalar veya kendinize güven eksikliği yaşıyorsanız, bir uzmandan alacağınız destek bu süreci kolaylaştırabilir.
4. Özetle
- Kendinizi aceleye getirmeyin, geçmişinizi kabul edip ondan öğrenmeye odaklanın.
- Yeniden başarısız olma korkusunu, öğrenme fırsatı olarak görün.
- Sağlıklı bir birey olarak ilişkinize değer katmak için kendinizi geliştirin.
Yeni bir ilişkiye başlamanın güzel ve heyecan verici bir süreç olabileceğini unutmayın. Ama bunun için önce kendi duygusal zeminizi sağlamlaştırmak en önemli adımdır.
Devamı
Kıskançlık Sağlıklı mıdır? Özgüvensizlik ile Doğrudan İlişkili midir?
Kıskançlık, doğal bir insani duygu olarak belirli durumlarda sağlıklı kabul edilebilir. Ancak bu durum, kıskançlığın ne şekilde ve hangi yoğunlukta yaşandığına bağlıdır. İşte kıskançlık, özgüven ve sorun teşkil ettiği durumlar üzerine detaylı bir inceleme:
Kıskançlık Sağlıklı mıdır?
- Doğal ve Evrimsel Bir Tepki: Kıskançlık, evrimsel olarak kişisel ya da sosyal kaynaklarımızı (örneğin, sevgi, güven, ya da bir partnerin ilgisi) koruma arzusuyla ilişkilidir. Bu, sınırlar dahilinde kaldığında ilişkilerin sağlamlaşmasına, daha dikkatli olmaya ve bireyin kendi değerlerini sorgulayıp geliştirmesine yol açabilir.
- İlişkilere Katkısı: Örneğin, sevilen birini kaybetme korkusuyla gelen hafif bir kıskançlık, o kişiye olan sevgi ve bağlılığı hatırlatarak ilişkinin dinamiklerini olumlu yönde etkileyebilir.
Kıskançlık ve Özgüven İlişkisi
- Özgüvenle Bağlantısı: Aşırı kıskançlık genellikle özgüven eksikliği ile ilişkilendirilir. Kendine güveni olmayan bireyler, partnerlerinin ya da başkalarının onları terk edeceği ya da daha üstün birini tercih edeceği korkusunu daha yoğun yaşar.
- Bağımsızlık Düzeyi: Sağlıklı bir özgüven düzeyine sahip kişiler, ilişkilerinde daha az kıskançlık hisseder çünkü kendilerini yeterli ve değerli görürler. Bu, diğer insanların seçimlerine ya da dış etkenlere daha az bağımlı hissetmelerine olanak tanır.
Kıskançlık Ne Zaman Sorun Teşkil Eder?
- Aşırı Kontrol İsteği: Kıskançlık, bireyin partnerine ya da çevresindekilere yönelik aşırı kontrol davranışlarına yol açıyorsa (örneğin, sürekli izleme, hesap sorma), bu durum ilişkiye zarar verir.
- Obsesif Düşünceler: Kıskançlık, kişinin zihinsel sağlığını olumsuz etkileyen takıntılı düşüncelere dönüşebilir. Bu, kaygı, güvensizlik ve hatta paranoya gibi sorunlara yol açabilir.
- Şiddet ya da İstismar: Fiziksel ya da duygusal şiddetle sonuçlanabilecek türde aşırı kıskançlık, hem birey hem de ilişki için ciddi bir problemdir.
- Kendi Hayatını Olumsuz Etkilemesi: Kıskançlık kişinin kendini değersiz, mutsuz ya da sürekli bir tehdit altında hissetmesine neden oluyorsa, bu sağlıklı bir duygu olmaktan çıkar.
Kıskançlıkla Başa Çıkma Yolları
- Öz-Farkındalık Geliştirin: Kıskançlığın kökenini anlamak önemlidir. Bu duygu özgüvensizlikten mi, geçmiş deneyimlerden mi yoksa gerçek bir tehdide mi dayanıyor?
- Açık İletişim: Partnerle ya da ilgili kişiyle hislerinizi ve endişelerinizi açıkça konuşmak, yanlış anlamaları ortadan kaldırabilir.
- Özgüven Üzerinde Çalışın: Kendinizi geliştirmek, kıskançlıkla daha kolay başa çıkmanıza yardımcı olur.
- Profesyonel Destek Alın: Kıskançlık başa çıkılamayacak boyutlara ulaştığında bir terapist ya da danışmandan destek almak yararlı olabilir.
Sonuç
Kıskançlık, kontrollü ve hafif düzeyde olduğunda sağlıklı bir insani duygudur. Ancak özgüvensizlik, geçmiş travmalar ya da ilişkideki güvensizliklerle birleştiğinde sorunlu hale gelebilir. Duygunun yoğunluğunu ve etkilerini değerlendirmek, bunun sağlıklı bir sınırda kalıp kalmadığını anlamanın anahtarıdır.
Devamı
Sınırlarımız Konusunda Neden Sorun Yaşarız? Kendi Sınırlarımızı Ne Kadar Biliyoruz?
Sınırlarımız Konusunda Neden Sorun Yaşarız?
Sınırlarımız konusunda sorun yaşamamızın temel nedenleri, bireysel, toplumsal ve psikolojik birçok faktöre dayanır:
- Kendi Sınırlarımızı Bilmemek veya Tanımlayamamak:
İnsanların kendi sınırlarını belirleyememesi, kişisel farkındalığın eksikliğinden kaynaklanır. Bir kişi neyi kabul edip edemeyeceğini, nerede durması gerektiğini veya hangi davranışların onu rahatsız ettiğini net olarak tanımlayamadığında, sınır ihlalleri kaçınılmaz hale gelir. - Toplumsal Beklentiler:
Bazı toplumlar, bireyin kendi sınırlarını ifade etmesini bencillik veya saygısızlık olarak değerlendirebilir. Bu, bireyin sınırlarını ifade etme cesaretini kırar. Özellikle otorite figürlerine veya daha büyük gruplara uyum sağlama zorunluluğu hisseden kişiler, kendi sınırlarını ihlal etmek zorunda kalabilir. - Özgüven Eksikliği:
Sınır koymak özgüven gerektirir. Kendi isteklerini ifade etmekte zorlanan bireyler, başkalarını kırmaktan korkarak sınırlarını koruyamaz. - Öğrenilmiş Davranışlar:
Aileden veya çevreden öğrenilen “fedakar olma” veya “başkalarını mutlu etme” davranışları, kişinin kendi ihtiyaçlarını göz ardı etmesine neden olabilir. Özellikle çocukluk döneminde sınırları aşılmış bireyler, yetişkinlikte de aynı döngüyü sürdürebilir. - Hayır Diyememe:
“Hayır” demek çoğu insan için zorlayıcıdır çünkü reddetmenin olumsuz bir tepki yaratacağından korkulur. Oysa “hayır” demek, kendi sınırlarımızı korumanın en temel yollarından biridir.
Kendi Sınırlarımızı Ne Kadar Biliyoruz?
Bu sorunun cevabı kişiden kişiye değişir ve kişinin kendini ne kadar tanıdığına bağlıdır. Kendi sınırlarını bilmek, aşağıdaki süreçleri içerir:
- Kendi Değerlerini Tanıma:
Hangi konularda taviz verebileceğinizi ve nerede asla ödün vermeyeceğinizi bilmek önemlidir. Bu, temel değerlerinizi tanımakla mümkündür. - Duygusal Tepkilerin Farkında Olma:
Belirli bir durum sizi rahatsız ediyorsa, bu bir sınır ihlaline işaret ediyor olabilir. Öfke, kırgınlık veya rahatsızlık hissettiğinizde, bu duyguların kaynağını inceleyerek sınırlarınızı öğrenebilirsiniz. - Kendini Dinleme ve Kabul Etme:
Günlük yaşamın koşuşturmacasında insanlar çoğu zaman kendi ihtiyaçlarını göz ardı eder. Kendinizle düzenli olarak “ne istiyorum, ne istemiyorum?” gibi soruları sormak, sınır bilincini artırır. - İletişim Becerileri:
Kendi sınırlarını bilmek yetmez, bunları başkalarına etkili bir şekilde iletebilmek de gerekir. Açık, net ve kibar bir şekilde sınırları ifade etmek, hem sizi hem de karşınızdakini korur. - Deneyim ve Refleksiyon:
Her yeni deneyim, sınırlarınızı daha iyi anlamanıza yardımcı olur. Daha önce sizi rahatsız eden bir davranışı analiz etmek, gelecekte benzer durumlarda nasıl tepki vereceğinizi şekillendirir.
Sınırlarımızı Bilmek ve Korumanın Faydaları:
- Daha sağlıklı ilişkiler kurmak.
- Kendinize duyduğunuz saygıyı artırmak.
- Duygusal tükenmişliği önlemek.
- Daha dengeli bir yaşam sürmek.
Sınırlarınızı keşfetmek bir yolculuktur ve sürekli bir öğrenme sürecidir. Ancak sınırlarınızı belirlemek ve savunmak, hem sizin hem de çevrenizdeki insanların huzuru için kritik bir öneme sahiptir.
Devamı
Neden Romantik İlişkilerde Duygusal Kontrolü Sağlamak Çok Daha Zor?
Romantik ilişkilerde duygusal kontrolü sağlamak, diğer sosyal bağlara kıyasla genellikle daha zorlayıcıdır. Bunun birden fazla psikolojik, biyolojik ve sosyal nedeni vardır:
1. Yoğun Duygusal Bağ
Romantik ilişkiler, diğer ilişkilerden daha derin bir duygusal yatırım gerektirir. Bu bağ, kişinin güvenlik, aidiyet ve mutluluk ihtiyaçlarını karşılar. Ancak bu ihtiyaçların derinliği, duygusal tepkileri daha yoğun hale getirir. Sevgi, korku, kıskançlık, öfke ve üzüntü gibi duygular daha keskin bir şekilde hissedilir.
2. Bağlanma Teorisi
Psikolojik bağlanma stillerimiz (güvenli, kaygılı, kaçıngan) romantik ilişkilerde belirginleşir. Özellikle kaygılı bağlanma stiline sahip kişiler, partnerlerinden gelen tepkilere daha hassas olabilir. Bu, duygusal dalgalanmaları artırabilir ve kontrolü zorlaştırabilir.
3. Biyolojik Etkiler
Aşkın başlangıç aşamasında beyindeki dopamin ve oksitosin gibi hormonlar, romantik ilişkilerdeki duygusal yoğunluğu artırır. Bu hormonlar, ilişkide mutluluk ve bağlanma hislerini güçlendirse de, aynı zamanda kişinin mantıklı düşünme kapasitesini geçici olarak azaltabilir.
4. Kişisel Hassasiyetler
Romantik ilişkiler, kişinin özsaygısını ve duygusal ihtiyaçlarını en çok etkileyen bağlardan biridir. Bu ilişkilerde bir reddedilme ya da hayal kırıklığı, kişinin özdeğerine doğrudan bir tehdit gibi algılanabilir ve bu durum duygusal kontrolü daha da zorlaştırır.
5. Kültürel ve Toplumsal Baskılar
Toplum, romantik ilişkiler üzerinde büyük bir değer taşır. İdeal bir partner, mutlu bir ilişki ya da evlilik beklentileri, birey üzerinde ek bir baskı yaratabilir. Bu baskı, hayal kırıklıklarını büyütüp duygusal kontrolü zorlaştırabilir.
6. İlişki Dinamiklerinin Karmaşıklığı
İki farklı bireyin duygu, düşünce ve ihtiyaçlarının bir araya gelmesi, doğal olarak çatışmaları ve anlaşmazlıkları beraberinde getirir. Bu tür durumlar, yoğun duygusal tepkilere neden olabilir. Özellikle iletişim sorunları ya da yanlış anlamalar, duygusal kontrolü daha da karmaşık hale getirebilir.
Duygusal Kontrol İçin Öneriler
- Farkındalık: Kendinizi ve duygularınızı tanımak, tepkilerinizi anlamak için önemlidir.
- İletişim: Partnerinizle açık ve sağlıklı bir şekilde iletişim kurmaya çalışın.
- Zaman Tanıyın: Yoğun duygular hissettiğinizde, tepki vermeden önce biraz bekleyin.
- Destek Arayın: Gerekirse bir terapist ya da danışmandan yardım alarak ilişkide duygusal kontrolü öğrenebilirsiniz.
Duygusal kontrolün zor olması, romantik ilişkilerin doğasının bir parçasıdır. Ancak bu zorluk, aynı zamanda bu ilişkileri daha anlamlı ve derin kılar.
Devamı
Kendini Sevmeyen Başkasını Sevebilir mi? Öz Şefkat, Kendinle dost olmak nedir?
Kendini Sevmeyen Başkasını Sevebilir mi? sorusu, insani ilişkilerde ve kişisel gelişimde derin bir öneme sahip. Bu, öz şefkat ve bireyin kendisiyle olan ilişkisinin, başkalarına duyduğu sevgiyi ve yakınlığı nasıl etkilediğini sorgulayan bir yaklaşımı yansıtır.
Öz Şefkat Nedir?
Öz şefkat, kişinin kendi hatalarına, kusurlarına ve zayıflıklarına karşı hoşgörülü ve nazik bir tutum sergilemesi anlamına gelir. Bize göre öz şefkatin üç temel unsuru vardır:
- Kendine Nazik Olmak: Kendini eleştirmek yerine anlayış ve destek sunmak.
- Ortak İnsanlık Bilinci: Herkesin hata yapabileceğini kabul ederek, yalnız olmadığını hissetmek.
- Şu Anın Farkındalığı: Acıyı veya zor duyguları bastırmadan, ama aynı zamanda onlara saplanmadan deneyimlemek.
Kendini Sevmek ve Başkalarını Sevmek Arasındaki İlişki
Kendini sevmek, başkalarını sevmenin bir ön koşulu değildir, ancak başkalarını sağlıklı bir şekilde sevebilmek için kendine karşı sağlıklı bir tutum geliştirmek önemlidir. Çünkü:
- Kendi İhtiyaçlarını Anlama: Kendini sevmeyen bir kişi, genellikle kendi ihtiyaçlarını ve sınırlarını göz ardı eder. Bu, başkalarına da sağlıklı bir şekilde destek olmayı zorlaştırır.
- Bağımlılık ve Onay Arayışı: Kendini sevmeyen biri, sevgiyi dışarıda arayabilir ve bu durum ilişkilerde bağımlılık veya dengesizlik yaratabilir.
- Empati Yeteneği: Kendine şefkat göstermeyen bir bireyin, başkalarına empati göstermesi daha zor olabilir. Çünkü empati, kişinin kendi duygusal deneyimleriyle bağlantı kurmasını gerektirir.
Kendinle Dost Olmanın Önemi
Kendinle dost olmak, içsel barış ve mutluluğun temel taşlarından biridir. Kendinle dost olabilmek için şu adımları atabilirsin:
- Kendi Sesini Dinle: İçsel eleştirmeni fark et ve onun yerine kendine daha nazik bir dil kullanmayı dene.
- Kendine Zaman Ayır: Yalnız vakit geçirerek, kendinle baş başa kalmayı öğren.
- Kendini Olduğun Gibi Kabul Et: Kusurlarını ve güçlü yönlerini kabullenerek daha bütün bir benlik duygusu oluşturabilirsin.
Başkalarına Nasıl Yansır?
- Daha Sağlıklı İlişkiler: Kendini seven bireyler, başkalarını koşulsuz sevmeye ve onların özgürlüklerini kabul etmeye daha yatkındır.
- Daha Derin Bağlar: Öz şefkat geliştiren insanlar, başkalarıyla daha derin ve samimi bağlar kurabilir.
- İlham Verme: Kendine iyi davranan bireyler, çevresindekilere de öz şefkat ve anlayışın önemini gösterebilir.
Kendini sevmeyen bir kişi başkalarını sevebilir, ancak bu sevgi genellikle dengesiz ve bağımlı olabilir. Öz şefkat geliştirmek, kendini sevmenin temel bir yolu olarak bireyin hem kendisiyle hem de başkalarıyla olan ilişkilerini derinleştirir. Kendinle dost olduğunda, bu dostluk diğer ilişkilerine de yansır ve sevgiyi daha saf bir şekilde paylaşmanı sağlar.
Devamı
Yas Sadece Ölümle mi Gerçekleşir? Diğer Duygusal Kayıplarımız da Yas İçerir mi?
Yas, genellikle ölümle ilişkilendirilse de, yalnızca ölümle sınırlı değildir. Duygusal kayıplarımızın her biri yas sürecini tetikleyebilir. Yas, bir kayıp sonrası yaşanan duygusal, fiziksel ve zihinsel tepkiler bütünüdür. Bu nedenle, yalnızca bir kişinin ölümü değil, hayatımızdaki diğer kayıplar da benzer bir yas süreci yaratabilir. İşte bazı örnekler:
1. İlişki Kayıpları
- Bir ilişkinin bitmesi (boşanma, ayrılık vb.), yoğun bir yas sürecini başlatabilir. Bu durumda kişi, sadece partnerini değil, ilişkinin geleceğiyle ilgili umutlarını da kaybeder.
- Arkadaşlık ilişkilerinin sonlanması da benzer bir etki yaratabilir.
2. Sağlık Kayıpları
- Ciddi bir hastalık tanısı almak veya fiziksel bir yetiyi kaybetmek, kişinin eski “sağlıklı” haline duyduğu özlemi tetikleyebilir. Bu, bireysel bir yas sürecidir.
- Ruhsal sağlıkta yaşanan değişimler de benzer bir yas tepkisine yol açabilir.
3. Yaşam Tarzı ve Statü Kayıpları
- İş kaybı, emeklilik, maddi sıkıntılar ya da sosyal statünün değişmesi, kimlik ve aidiyet duygularını etkileyerek yas sürecine neden olabilir.
- Göç etmek ya da bir şehirden/ülkeden taşınmak, alışık olunan çevrenin ve kültürel bağların kaybını içerdiği için yas yaratabilir.
4. Hayallerin ve Beklentilerin Kaybı
- Gerçekleşmeyen hayaller, boşa çıkan çabalar ya da ulaşılmayan hedefler, kişinin kendi hayatıyla ilgili beklentilerini kaybetmesine yol açabilir.
5. Kimlik ve Rollerle İlgili Kayıplar
- Çocukların evden ayrılması, ebeveynlik rolünde değişiklikler getirebilir ve bu da yas sürecini tetikleyebilir.
- Hayatın farklı dönemlerine geçişlerde (örneğin, gençlikten orta yaşa) kişi, eski kimlik ve rollerini geride bırakmanın yasını tutabilir.
Yasın Boyutları
Kayıp ne olursa olsun, yas sürecinde bireyler genellikle şu aşamalardan geçer:
- İnkar: Kaybın gerçekliğini kabullenmekte zorlanma.
- Öfke: Kayba karşı kızgınlık.
- Pazarlık: Kayıpla yüzleşmek yerine çözüm yolları arama çabası.
- Depresyon: Kayıptan kaynaklanan yoğun hüzün.
- Kabul: Kaybı kabullenme ve hayatla barışma.
Bu aşamalar herkes için aynı sırayla ve yoğunlukta yaşanmaz. Her bireyin yas tepkisi benzersizdir.
Evet, yas sadece ölümle değil, hayatımızdaki her tür duygusal kayıpla ortaya çıkabilir. Bu kayıplar, duygusal dünyamızda derin izler bıraksa da yas süreci, bu kayıpları anlamlandırma ve onlarla yaşamayı öğrenme sürecidir. Destek aramak, yas sürecini daha sağlıklı bir şekilde yönetmeye yardımcı olabilir.
Devamı
Her Ayrılık Sonrası Yas Yaşanır Mı? Yas Süreçlerimiz Neler?
Her ayrılık, bir kayıp türü olarak değerlendirilebilir ve bu kayıpla başa çıkma sürecinde yas yaşanması oldukça doğal bir durumdur. Yas süreci, kaybettiğimiz kişinin veya ilişkinin hayatımızdaki anlamını yeniden şekillendirmemize olanak tanır.
Yas Süreci Nedir?
Yas süreci, genellikle Elisabeth Kübler-Ross’un geliştirdiği beş aşamalı modelle açıklanır, ancak herkes bu aşamaları aynı sırayla veya aynı şekilde deneyimlemez. Bu süreçler şunlardır:
- İnkar:
- Ayrılığın gerçekliğini kabul etmekte zorlanabiliriz.
- “Bu gerçekten olmuyor” veya “Belki geri döneriz” gibi düşünceler hakim olabilir.
- Öfke:
- Kayıp karşısında kendimize, karşımızdaki kişiye ya da duruma kızgınlık duyabiliriz.
- “Bunu hak etmedim” veya “Neden böyle oldu?” gibi düşünceler ortaya çıkar.
- Pazarlık:
- İlişkiyi geri getirme çabası başlar.
- “Keşke şunu yapmasaydım, belki o zaman ayrılmazdık” gibi pişmanlık ve umutsuzca çözüm arayışları görülebilir.
- Depresyon:
- Gerçekliğin tam anlamıyla kavranmasıyla birlikte yoğun bir üzüntü hissi yaşanır.
- Enerji düşüklüğü, hayata karşı ilginin azalması gibi belirtiler ortaya çıkabilir.
- Kabullenme:
- Sonunda ayrılık gerçeğini kabul eder ve geleceğe odaklanmaya başlarız.
- Bu aşamada, ilişkinin geçmişte kaldığını kabul etmek, ileriye dönük planlar yapmayı mümkün kılar.
Her Ayrılıkta Yas Süreci Yaşanır mı?
Evet, her ayrılık bir şekilde yas sürecini tetikleyebilir, ancak bu sürecin yoğunluğu ve süresi şunlara bağlı olarak değişir:
- İlişkinin süresi ve derinliği,
- Ayrılığın nasıl gerçekleştiği (örneğin, ani mi, yoksa uzlaşmalı mı olduğu),
- Kişisel bağlanma stilleri,
- Ayrılığın kişi üzerindeki anlamı (örneğin, ilk aşk mı, önemli bir dönemeç mi?),
- Kişinin destek sistemleri ve başa çıkma mekanizmaları.
Yas Süreciyle Nasıl Başa Çıkabiliriz?
- Kendinize zaman tanıyın: Duygularınızı bastırmayın, ancak iyileşmenin zaman alacağını da unutmayın.
- Destek alın: Güvendiğiniz insanlarla duygularınızı paylaşın veya profesyonel destek alın.
- Kendinizi suçlamayın: İlişkinin bitmesinden dolayı kendinizi tamamen sorumlu hissetmekten kaçının.
- Rutinlere dönün: Günlük alışkanlıklar, toparlanma sürecini hızlandırabilir.
- Yeni bir anlam arayın: Ayrılık sonrası hayatınıza yeni bir yön vermek, kaybı aşmanıza yardımcı olabilir.
Her ayrılık sonrasında yas tutmak doğaldır. Yas sürecinin amacını, bizi ilişkide kaybettiğimiz anlamı yeniden inşa etmeye hazırlayan bir fırsat olarak görebiliriz. Önemli olan, bu sürecin geçici olduğunu ve iyileşmenin mümkün olduğunu hatırlamaktır.
Devamı
İyi Bir Evliliğin Ön Koşulları Nelerdir?
İyi evliliğin bir takım önkoşulları var, güven gibi, samimiyet gibi, sahicilik gibi, arkadaşlık gibi, ortak hayaller, hedefler gibi… Ama “iyi bir evlilik” dediğimiz, kişisel ihtiyaçlarımızın karşılanmasıyla ilgili bir mevzu aynı zamanda.
İyi bir evlilik, her iki tarafın da mutluluğu ve uyumu için önemli olan bazı temel ön koşulları içerir. Bu ön koşullar, ilişkide sağlam bir temel oluşturmayı ve uzun vadede sağlıklı bir bağ kurmayı kolaylaştırır. İşte iyi bir evliliğin ön koşulları:
1. İletişim Becerisi
- Açık ve dürüst iletişim: Eşlerin duygularını, düşüncelerini ve ihtiyaçlarını ifade edebilmeleri çok önemlidir.
- Dinleme yeteneği: İyi bir iletişim, sadece konuşmaktan değil, aynı zamanda aktif bir şekilde dinlemekten geçer.
2. Güven
- Sadakat: İlişkide karşılıklı sadakat, güvenin temel taşlarındandır.
- Şeffaflık: Gizlilik yerine açıklık tercih edilmelidir. Eşlerin birbirine karşı dürüst olması, güveni pekiştirir.
3. Karşılıklı Saygı
- Kişisel sınırlara saygı: Her bireyin kendi alanına ve ihtiyaçlarına saygı göstermek önemlidir.
- Farklılıklara hoşgörü: Farklı bakış açılarına ve ilgi alanlarına saygı duymak, ilişkideki çeşitliliği zenginleştirir.
4. Ortak Değerler ve Hedefler
- Hayat görüşü uyumu: Temel değerler (örneğin aile, çocuk, kariyer, finans) konusunda uyum sağlamak ilişkiyi kolaylaştırır.
- Ortak planlar: Geleceğe dair uyumlu hedefler, ilişkinin daha sağlam bir temel üzerine kurulmasını sağlar.
5. Empati
- Eşlerin birbirinin duygularını anlamaya ve hissetmeye çalışması, bağın güçlenmesini sağlar.
6. Esneklik ve Anlayış
- Sorun çözme yeteneği: Tartışmalarda çözüm odaklı yaklaşım sergilemek önemlidir.
- Değişime uyum sağlama: Evlilik sürecinde hayat koşulları değişebilir. Bu değişikliklere birlikte uyum sağlamak gerekir.
7. Sevgi ve Şefkat
- Fiziksel ve duygusal yakınlık: İlişkinin temelinde sevgi ve sıcak bir bağ olmalıdır.
- Destekleyici olmak: Zor zamanlarda eşe destek olmak, ilişkinin sağlam kalmasına yardımcı olur.
8. Mizah ve Eğlence
- Birlikte zaman geçirmek: Eğlenceli anlar yaratmak, ilişkinin enerjik kalmasına katkı sağlar.
- Küçük sorunları büyütmemek: Hayatı daha hafif bir şekilde ele almak önemlidir.
9. Maddi ve Manevi Denge
- Finansal planlama: Maddi sorunlar, evlilikte sıkça gerilim yaratabilir. Açık bir finansal düzen kurulmalıdır.
- Manevi bağ: İnançlar veya kişisel değerler konusunda bir uyum veya anlayış geliştirilmelidir.
10. Bağımsızlık ve Bireysellik
- Her iki tarafın da kendi bireysel kimliğini koruyarak, ilişkide bağımsızlıklarını sürdürebilmeleri önemlidir.
Her evlilik çiftte özeldir; bu nedenle çiftlerin ihtiyaçlarına göre bu ön koşulları uyarlaması gerekebilir. Önemli olan, iki tarafın da ilişkiyi beslemek için çaba göstermesidir.
Devamı
İnsan Neden Evlenir?
Çocuk sahibi olmak için, sosyal statü için, güvenli seks için, finansal emniyet için, ailesini memnun etmek için, ailesinden kurtulmak için, öteki yarısını bulduğu için, âşık olduğu için, yalnızlıktan korktuğu için, herkes evlendiği için, aldatmak için, aldatılmak için, pembe panjurlu ev hayali için…Hangisi için? “Hepsi” yahut “hiçbiri” mi? *Mevzu şudur: Kimsenin kendisine ihanet etme hakkı yoktur. Kimliğinden vazgeçerek yaşanacak ilişkinin bedeli ağırdır. Hayatımızdaki her ilişkiyi kaybetmeyi göze almak durumundayız. İstemek, çok istemek, mücadele etmek hepsi önemli ve fakat tüm bunları yapabilmek için de bir kişi olarak ayakta kalmamız gerek.
Yaşantılardan ibaretiz ve fakat anılarımızın bazısının altını bazısının üstünü çizmeye, yük atmaya ihtiyacımız var, yeni yükler bunu istiyor. Evlilik yeni yüktür, keza çocuk sahibi olmak, yeni kimlikler sahibi olmaktır ve yeni alanlara ihtiyacı vardır…
1. Sevgi ve Bağlanma
- İnsanlar genellikle derin bir duygusal bağ hissettikleri biriyle hayatlarını birleştirmek ister. Sevgi, saygı ve anlayış gibi unsurlar evlilik kararında önemli bir rol oynar.
2. Aile Kurma İsteği
- Çocuk sahibi olma arzusu ve onları sevgi dolu bir ortamda yetiştirme fikri, evliliğin temel motivasyonlarından biridir.
- Aile bağlarını güçlendirmek veya geleneksel aile değerlerini yaşatmak amacıyla evlenilir.
3. Toplumsal Baskılar ve Gelenekler
- Bazı toplumlarda evlilik, bireylerin “olgunlaşmış” ya da “başarılı” kabul edilmesi için bir gereklilik olarak görülebilir.
- Kültürel veya dini inançlar, evlenmeyi bir tür sorumluluk ya da norm haline getirebilir.
4. Ekonomik ve Pratik Sebepler
- Ortak bir yaşam kurarak maddi kaynakları birleştirmek, ekonomik güvence sağlamak veya yaşamı daha kolay hale getirmek için evlenilebilir.
- Bazı insanlar vize, vatandaşlık veya başka pratik sebeplerle de evlenebilir.
5. Yalnızlık ve Destek Arayışı
- Hayatı biriyle paylaşmak, yalnızlık hissini azaltabilir ve bireyin duygusal destek bulmasını sağlayabilir.
- Yaşlılıkta güven ve destek bulma fikri de evliliği cazip hale getirebilir.
6. Toplumsal Statü ve Kabul Görme
- Bazı insanlar sosyal çevrede kabul görmek veya saygınlık kazanmak için evlenebilir.
- İş, aile veya toplumsal ilişkilerde evlilik, bireye prestij kazandırabilir.
7. Romantik Hayaller ve İdealler
- “Beyaz gelinlik”, düğün organizasyonu gibi romantik fikirler veya idealler, bazı bireyleri evlilik fikrine yönlendirebilir.
8. Zorunluluk veya Baskı
- Aile, çevre veya diğer dış etkenlerin baskısıyla evlilik kararı alınabilir.
- Bazen istenmeyen hamilelik gibi durumlar, evliliği bir zorunluluk haline getirebilir.
Her bireyin evlilik motivasyonu farklıdır ve kimi zaman birden fazla neden bir arada olabilir. Ancak temelinde, evlilik genellikle bir tür paylaşım, destek ve aidiyet ihtiyacını karşılamak için tercih edilir.
Devamı
İlişkilerimizde Bizi Tamamlayanı mı Arıyoruz? Benzerimizin mi Peşindeyiz?
İlişkinin iyi ya da kötü oluşundaki en belirgin özellik nedir? Bizi tamamlayanı mı arıyoruz, benzerimizin mi peşindeyiz? Hangi koşullarda daha mutlu bir evlilik mümkün olur? “Çatışabileceğiniz ve problem çözebileceğiniz biriyle evlenin. Hayatın, ilişkinin merkezinde aslında iyi kötü oluşundaki en belirgin özellik hangi performansta problem çözebildiğinizdir.
- Bizi tamamlayanı bulmak (farklılıkların çekiciliği):
İnsanlar, kendilerinde eksik gördükleri özellikleri tamamlayan bir partnerle ilişki kurduklarında, bu genellikle bir denge yaratabilir. Örneğin, dışa dönük birinin içe dönük biriyle birlikte olması, ilişkiye farklı bir dinamizm katabilir. Ancak bu tür farklılıklar, uyumlu bir şekilde yönetilemezse, çatışmalara yol açabilir. - Benzere yönelmek (benzerliklerin güveni):
Araştırmalar, benzer değerlere, yaşam tarzlarına ve hedeflere sahip çiftlerin daha uzun vadede mutlu ilişkiler yaşama olasılıklarının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Benzerlikler, iletişim kolaylığı ve ortak hedefler doğrultusunda bir arada hareket etme imkânı sağlar.
Daha Mutlu Bir Evlilik İçin Önemli Koşullar:
- İletişim ve Duygusal Zeka:
Partnerlerin duygularını açıkça ifade edebilmesi ve birbirlerini aktif bir şekilde dinlemesi, ilişkideki sorunların çözümüne katkı sağlar. Anlayışlı ve empatik bir iletişim, çatışmaları azaltır. - Ortak Değerler ve Hedefler:
Hayat görüşü, aile anlayışı, çocuk sahibi olma isteği gibi temel konularda uyum, uzun vadeli mutluluğu destekler. - Bağımsızlık ve Kişisel Alan:
Her iki tarafın da bireysel kimliğini koruyarak ilişki içinde var olması, ilişkinin sağlıklı kalmasını sağlar. Aşırı bağımlılık ya da kontrol, ilişkiyi zedeleyebilir. - Fiziksel ve Duygusal Çekim:
Sevgi, saygı ve cinsel uyum, evliliğin uzun ömürlü olmasında önemli bir etkendir. - Çatışma Yönetimi:
Tüm ilişkilerde anlaşmazlıklar olur. Ancak mutlu çiftler, çatışmaları yıkıcı bir şekilde değil, yapıcı bir şekilde çözebilir.
Sonuç olarak, bizi tamamlayan ya da benzerimiz olan bir partnerle mutlu bir ilişki yaşayabiliriz. Önemli olan, karşılıklı saygı, ihtiyaçların farkında olmak ve birlikte büyümeye açık olmak. Uyum, farklılıklarla veya benzerliklerle mümkün olabilir; mesele bu uyumu nasıl inşa ettiğinizdir.
Devamı
Aşk Bitmeden EVLENMEYİN?
Aşkın geçmesinden sonra evlenmek gerektiği fikri, bazı kişilerin romantik ilişkiler ve evlilik konusundaki uzun vadeli beklentilere dair bakış açılarından kaynaklanabilir. Bu düşüncenin ardındaki temel argümanlar genellikle şunlardır:
1. Mantıklı Karar Verme
- Aşkın başlangıç evresi, yoğun duygular ve heyecanla doludur. Bu dönem, beyinde “aşk kimyası” olarak adlandırılan dopamin ve oksitosin gibi hormonların etkisiyle daha çok duygusal kararlar alınmasına yol açar.
- Aşkın ilk heyecanı azaldığında, insanlar birbirlerini daha gerçekçi bir şekilde görmeye başlar. Bu noktada evlilik kararı almak, yalnızca duygulara değil, aynı zamanda uyum, değerler ve yaşam beklentilerine dayanarak daha bilinçli bir seçim yapmayı sağlar.
2. Evlilikte Dayanıklılık
- Aşkın tutkulu dönemi zamanla yerini bağlılık, güven ve derin bir sevgiye bırakır. Bu süreçte çiftler, aşkın iniş çıkışlarını deneyimler ve ilişkiyi sürdürebilmek için ne kadar uyumlu olduklarını daha iyi anlayabilir.
- Evliliğin uzun vadede dayanıklı olması, sadece tutkulu aşka değil, ortak hedeflere, iletişim becerilerine ve karşılıklı saygıya dayanır.
3. Gerçekçi Beklentiler
- Aşkın yoğun döneminde insanlar, partnerlerinin kusurlarını görmezden gelebilir ya da “mükemmel” bir ilişki hayal edebilir. Aşkın geçici etkisi azaldığında, bu hayaller yerine daha gerçekçi bir ilişki dinamiği oturabilir.
- Bu dönemde evlilik kararı almak, hayal kırıklıklarını ve yanlış beklentileri minimize edebilir.
4. Bağımlılıktan Bağlılığa Geçiş
- Tutkulu aşk döneminde, çiftler genellikle birbirlerine duygusal olarak bağımlı hisseder. Bu bağımlılık, kişinin bireysel kimliğini kaybetmesine veya gerçek ihtiyaçlarını göz ardı etmesine neden olabilir.
- Aşkın geçmesinden sonra evlenmek, bireylerin kendi kimliklerini koruyarak, daha olgun ve sağlam bir bağlılık kurmalarını sağlar.
5. Evlilikte “Gerçeklik Testi”
- Aşkın ilk dönemindeki yoğun romantizm, ilişkiyi daha kolay ve mükemmel hissettirebilir. Ancak, aşkın yerini daha sakin ve gerçekçi bir bağ alması, evliliğin zorluklarına dayanıp dayanamayacağınızı görmenize yardımcı olur.
- “Aşk geçtikten sonra” evlilik, çiftlerin birbirini günlük yaşamın sıradanlığı içinde nasıl kabul ettiğini ve desteklediğini anlamaları için bir fırsat sunar.
6. Toplumsal ve Kültürel Etkenler
- Bu düşünce, aynı zamanda toplumun evlilik ve aşk algısıyla da bağlantılıdır. Bazı kültürlerde evlilik, aşkın bir sonucu değil, iş birliği ve aile kurma hedeflerinin bir aracı olarak görülür. Bu bakış açısına göre, tutkulu aşk önemli ama zorunlu bir gereklilik değildir.
Bir çok kişi aşkın geçici bir duygu olduğunu, ancak evlilikte uzun vadeli uyumun ve bağlılığın daha önemli olduğunu savunan bir düşünce sistemine dayanır. Ancak bu, kişisel tercihlere ve ilişki dinamiklerine bağlıdır. Aşk devam ederken veya etmiyorken, en önemlisi, çiftlerin birbirleriyle uyumlu ve mutlu bir yaşam kurabileceğinden emin olmalarıdır.
Devamı
Sevgilinizi Değiştirme Arzusu ile mi Beraberliğe Başlıyorsunuz?
Bir ilişkiye başlarken, partnerinizi değiştirme arzusuyla hareket etmek sağlıklı bir temele dayalı bir ilişki kurmanın önünde büyük bir engel olabilir. Bir ilişkide, her iki tarafın da bireysel özellikleri ve kimlikleriyle kabul görmesi önemlidir. Eğer bir ilişkiye, karşınızdaki kişinin belirli özelliklerini değiştirme umuduyla giriyorsanız, bu hem sizin için hem de partneriniz için uzun vadede hayal kırıklığı ve tatminsizlik yaratabilir.
Bu tür bir yaklaşımın altında genellikle şu sebepler yatabilir:
- Mükemmel Partner Arayışı: İnsanlar bazen, “doğru” partnerin, belirli değişiklikler yapıldıktan sonra elde edilebileceğine inanır. Ancak kimse mükemmel değildir ve herkesin kendine has özellikleri vardır.
- Kontrol İhtiyacı: Birini değiştirme arzusu, kontrol etme ihtiyacından kaynaklanabilir. Ancak ilişkiler, karşılıklı kabul ve anlayışla büyür.
- Kendi Beklentilerinizi Karşılamak: Partnerinizi değiştirmeye çalışmak, genellikle kendi istek ve beklentilerinizi yansıtma çabasıdır. Bu da ilişkinin doğallığını ve dengesini bozabilir.
Onu olabildiğince kendi biçimi ile kabul edin… Partnerinizi değiştirme ve dönüştürme, istediğiniz kalıba uygun hale getirme fanteziniz varsa, ilişkinizin başı belada olabilir. Evlenmek üzere olduğunuz kişi elbette değişecek, yedisinde neyse yetmişinde de o olmayacak. Fiziksel, ruhsal, davranışsal, duygusal olarak değişiyoruz, dönüşüyoruz, iyi yahut kötü. Fakat bu sizin zihninizdeki proje kıvamına gelmeyebilir de… Yani eğer evlenme arzusu ya da hayali içinde olduğunuz kişi aynı zamanda sizin kendinize benzetmek istediğiniz bir projenizse, evlenmeyin. Bu çok kıymetli bir mesele. Olabildiğince kendi biçimiyle kabul edin, sevin ve alın. Ne kadar az değiştirme hayaliniz varsa, o kadar doğru insanla birliktesiniz demektir…
Eğer bir ilişkide baştan bu tür bir “değişim ihtiyacı” hissediyorsanız, belki de ilişkinin başında kendi beklentilerinizi, neden bu ilişkiye girdiğinizi ve partnerinizi gerçekten kabul edip edemediğinizi sorgulamak iyi bir başlangıç olabilir.
Devamı
Evlilikler Sosyal Bir Kontrat mıdır?
Evlilik sosyal bir kontrat aslında. Bu coğrafyada insanlar aynı zamanda birbirlerinin aileleriyle de evleniyorlar. Bu sadece fiziksel olarak bir arada olma hali değil. Aile dinamiği ve kültürüyle de evleniyoruz. Buradaki denklemi doğru okumak gerekiyor. Sadece partnerlerin birbirine uyumuna değil aynı zamanda bu bilginin özümsenmesine de bakmak gerekiyor. Evlilik; analı, babalı, dayılı, amcalı, halalı kocaman bir koloni hali. Bu coğrafyada hangi sosyal grupta olursanız olun, bu alandaki sıkıntılar evliliğin önündeki önemli engellerden. Hepimizin içinde ailemiz tarafından onaylanma ve sevilme isteği var ve bu, bizim sevilişimizin de ispatı aslında…
Sosyal Kontrat Kavramı
Sosyal kontrat, insanların toplumsal düzenin temellerini oluşturmak için bilinçli veya örtük bir şekilde yaptıkları anlaşmaları ifade eder. Bu kavram genellikle bireylerin toplum içinde hak ve sorumluluklarını düzenleyen yazılı veya yazısız kuralları kapsar.
Evlilik Bir Sosyal Kontrat Mıdır?
Evet, birçok açıdan evlilik bir sosyal kontrat olarak değerlendirilebilir. İşte nedenleri:
- Toplumsal Normlara Dayalıdır
Evlilik, kültürel ve toplumsal normlara dayanır. Toplum, evlilik üzerinden bireylerin rollerini (eş, ebeveyn vb.) ve ilişkilerdeki sınırlarını tanımlar. Bu anlamda evlilik, toplumun devamlılığı için yapılandırılmış bir sözleşme gibi işlev görür. - Hukuki Bağlayıcılığı Vardır
Çoğu toplumda evlilik, hukuki bir sözleşme olarak tanımlanır. Taraflar arasında mal paylaşımı, nafaka, velayet gibi maddi ve manevi hakları düzenler. Bu yönüyle, açık bir kontrat niteliği taşır. - Karşılıklı Beklentiler ve Sorumluluklar
Evlilikte tarafların birbirlerinden sevgi, sadakat, destek gibi beklentileri vardır. Bu beklentiler yazılı olmasa da toplumsal kurallar ve etik değerler çerçevesinde kabul görür. - Toplumun Devamlılığı İçin Bir Araçtır
Evlilik, yalnızca iki birey arasındaki bir ilişki değil, aynı zamanda aile biriminin kurulmasıyla toplumun devamlılığına katkıda bulunur. Bu da evliliği bireysel bir ilişki olmaktan çıkarıp toplumsal bir yapı haline getirir.
Eleştiriler
Bununla birlikte, evliliğin bir sosyal kontrat olarak görülmesine karşı çıkan yaklaşımlar da vardır:
- Duygusal Boyutun Vurgulanması: Bazı görüşler, evliliğin yalnızca duygusal bağ ve sevgi üzerine kurulu bir ilişki olduğunu savunur ve bunu kontrat gibi mekanik bir kavramla tanımlamanın ilişkiyi daralttığını ileri sürer.
- Özgürlük ve Bireysellik Perspektifi: Modern bireyci yaklaşımlar, evliliği bir “zorunluluk” ya da toplumsal dayatma olarak görmektense, tamamen kişisel bir tercih olarak ele alır.
Evlilik, toplumsal ve hukuki bağlamda bir sosyal kontrat olarak tanımlanabilir. Ancak bu kontrat, bireylerin duygusal, etik ve kültürel değerlerini de içine alarak çok yönlü bir yapı sunar. Bu yüzden, evlilik hem bireysel bir seçim hem de toplumsal bir kurumdur.
Devamı
Negatif kişilerin hayatımızı işgal etmesini nasıl önleriz?
Hepimiz kendi hayatımızın kahramanıyız, ama iyi ama kötü, başrol bizde. Bir de esas oyuncularımız, figüranlarımız ve kahramanlarımız var. Bazıları iyi, bazıları kötü… Bazıları doyuruyor, bazıları aç bırakıyor. Geçmişten gelen bir acı, bir travma ya da hayatını bizim üzerimizden sürdürmek isteyen anne babalarımız, kim ya da ne olduğu fark etmez, kendi hayat öykümüzü yazmak istiyorsak, negatif karakterlerin hayatımızı işgal etmesini önlemek zorundayız. Ruhumuzun, kimliğimizin, ilişkilerimizin parmak izine sahip çıkacağız, mağduriyetimizden beslenmeyeceğiz ve tarihimizdeki hikâyelerin bazısının altını, bazısının üstünü çizeceğiz.
1. Sınır Koymayı Öğrenin, Kararlı olun
- Negatif davranışlar sergileyen kişilere karşı sınır koymak, hayatınızı korumanın en etkili yollarından biridir. Kibar ama kararlı bir şekilde hangi davranışları kabul etmeyeceğinizi ifade edin.
2. Kendi Duygularınıza Odaklanın
- Başkalarının negatif enerjisi sizi etkilemeye başladığında, duygularınıza dikkat edin ve kendinizi nasıl hissettiğinizi anlayın. Bu farkındalık, negatif etkilerden korunmanıza yardımcı olur.
3. Negatif İnsanlara Karşı Zihinsel Kalkan Oluşturun
- Negatif kişilerle konuşurken, onların enerjisinin size geçmesine izin vermemek için zihinsel bir “kalkan” hayal edin. Kendinizi duygusal olarak izole etmek, etkilenmenizi azaltabilir.
4. Pozitif İlişkileri Güçlendirin
- Hayatınızdaki pozitif ve destekleyici insanlara daha fazla zaman ayırın. Olumlu ilişkiler, negatif enerjiyi dengeleyerek size iyi hissettirir.
5. Negatifliği Kişisel Algılamayın
- Negatif insanlar genellikle kendi iç dünyalarındaki sorunlarla mücadele eder. Onların davranışlarının sizinle ilgili olmadığını fark etmek, daha az etkilenmenizi sağlar.
6. Kendi Hedeflerinize Odaklanın
- Enerjinizi kendi amaçlarınıza ve tutkularınıza yönlendirin. Bu, başkalarının olumsuz etkilerini görmezden gelmenize yardımcı olur.
7. Gerekirse Uzaklaşın
- Eğer bir kişi sürekli olarak size zarar veriyorsa ve değişim göstermiyorsa, kendinizi korumak adına mesafe koymak gerekebilir. Bu, hem fiziksel hem de duygusal bir uzaklık anlamına gelebilir.
Unutmayın, hayatınızdaki huzuru korumak sizin elinizde. Sizin için neyin doğru olduğuna karar vermek ve bunu uygulamak, yaşam kalitenizi yükseltecektir.
Devamı